Söyleşinin moderatörlüğünü yapan yazar - şair - yönetmen Haluk Işık, “Bundan 29 yıl önce bu ülkede ne yazık ki insanlığın kara sayfalarına hüzünle, acıyla, kederle bir sayfa daha eklenmişti. Sivas’ta Madımak Oteli’nde 2 Temmuz 1993’te, aydınlanmanın, insan severliğin, uygarlığın, çağdaşlaşmanın dibine dinamit döşendi ve yobazlık, gericilik, düşmanlık ve faşizm bizden birçok canı kopardı gitti. Biz bunları bir daha asla diyerek, yaşanmasın diyerek ve bunun içinde unutturmanın bir suç olduğunu bilerek konuşuyoruz. Gelecek kuşaklar bir daha aynı acıları yaşamasın diye anmaya, yaşatmaya devam edeceğiz” dedi. 

“CUMHURİYET TARİHİNİN EN KARANLIK GÜNLERİNDEN BİRİDİR” 

Madımak Oteli’nde yaşananların bir daha yaşanmaması için gençlere anlatılmasının öneminden bahseden şair - yazar Hidayet Karakuş şunları kaydetti: “Tarihsel bir süreç bu bana göre. İnsanlığın başından beri aydınlık ile karanlığın savaşı var. Sivas 2 Temmuz 1993 başka bir kilometre taşı. Yalnızca İslam dünyasında değil başka inançlarla çevrili dünyalarda da bu tür katliamlar yaşandı, yaşanacak. 2 Temmuz 93’te Cumhuriyet’e karşı kalkışmanın çok önemli, büyük bir sonucudur. 2 Temmuz 93 bir katliam olarak tarihe geçmiştir. Sadece bir inanç sistemine karşı yürütülen bir kavganın, yangının değil, aksine ‘Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak, şeriat gelecek’ diye bağıranların amacının Cumhuriyet olduğunu bir kez daha görmekte yarar var. Tarihteki süreçte pek çok toplum katliamlar yaşamış ama temelde bilim ile inanç sistemlerinin savaşı mıdır yaşanan? Bütün bunları düşündüğümüz zaman 2 Temmuz 93’ü, tarihin yeniden yaşanmaması için anmamız gerekir. Genç kuşaklara bu gerçeğin anlatılması için anmak gerekir. Bu anlamda 2 Temmuz 93, Cumhuriyet tarihinin en karanlık günlerinden biridir. Sivas Katliamı; laikliğe, Cumhuriyet’e, Atatürk’e, insanlığa, aydınlanmaya karşıydı. Anmak, yaşatmak, anımsatmak, gençlere anlatmak gerekiyor.” 

HAKSIZ TUTUMLAR VAR 

Madımak Oteli’nde yaşanan olayların öncesi ve sonrasında yaşananların da önemli olduğunu belirten Karşıyaka Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay ise şöyle konuştu: “Olayları sadece yaşadığımız kesitle anma değil, öncesi ve sonrasıyla da değerlendirmek gerekir. Her yıl 2 Temmuz’da o yaşanan felaketi, insanlık suçunu tekrar konuşuyoruz. Bir noktaya kadar bunu konuşmaya devam edeceğiz. Biz, 2 Temmuz ile ilgili hesaplaşmamızı ne zaman bitireceğiz? Bu ülkenin insanları olarak bir noktaya gelmemiz lazım, öyle bir noktaya gelmemiz lazım ki o gün yaşananlara dair içimizde hissettiğimiz acının bitmesi, haksızlığa maruz kaldığını düşündüğümüz insanların, hakkının ödenmiş olması gerekiyor. Bu noktaya gelene kadar biz 2 Temmuz’u konuşmaya devam edeceğiz. Sadece 2 Temmuz 1993 günü ne hissettiğimiz ile ilgili değil, onun öncesine de bakmak gerekir ki biz nasıl oldu da o noktaya geldik. 2 Temmuz 1993 günü derin bir üzüntü ve şaşkınlık yaşadım. O günlerde çokta algılayamadığımız şekilde bu olayın hazırlığının yapılmış olduğunu görüyoruz. Bu olay önlenebilirdi. O gün 15 bin civarında insanın toplandığı söyleniyor, akşam saatlerine sarkan bir saldırı eylemi var ve saatler boyunca orada çok kötü bir durumun yaşanacağının belirtileri varken, güvenlik kuvvetleri zamanında yeterli müdahalede bulunmamış. Bunun siyasi ve idari sorumlularının olduğunu bilmek lazım. Bina yakılırken neden bu insanlar durdurulmadı. Yargılama süreçlerinde de yaşanan bir sürü haksız tutumlar var. Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne kadar devam eden Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı eylemlilikte var. Bunun mücadelesi devam ediyor bitmedi. Geçmişin hesaplaşmasını adil şekilde yaparak, geleceğe bakmamız gerektiğini ifade etmek istiyorum” 

“BÜYÜK BİR DUMAN VE SICAKLIK KARŞILADI” 

2 Temmuz 1993 günü yaşadıklarını anlatan yazar Karakuş, sözlerine şu şekilde sürdürdü: “Güneşli, güzel bir gündü. Saat 09.00 sıralarında otele yürüdük. Başlangıçta 3-4 otobüs gidilmişti, kimi Devlet Su İşleri’nin konuk evinde, kimi başka yerde, kimisi de Madımak Oteli’nde olacaktı.  Bu işin düzenleyicilerden olan arkadaşımız Ali Balkız bütün sanatçıları kendi aralarında görüş alışverişi yapmalarını düşünerek Madımak Oteli’ne yönlendirdi. O gün içinde birçok etkinlik yapıldı. Aziz Nesin’in konuşması alkışlandı, kışkırtıldığı söylenen konuşmayı, kışkırtıldığı söylenen kalabalık alkışlıyordu. Oraya giden konuklar tarafından bir kışkırtma yapılmadı. Asıl kışkırtma biz daha oraya gitmeden kapı altından atılan, Müslüman Kardeşlerin bildirisi yapmış. ‘Gün cihad günüdür’ diyerek onlar yapmışlar. Emniyetin elinde bu bildiriler var ama gerekli önlemler alınmamış ve sonradan videolarda gördük saldırganlara karşı polisin tutumu da ‘lütfen yapmayın’ şeklindeydi. Cuma sabahı saat 11.00 sıralarında biz imza için toplandık, okur bekliyoruz kimse gelmiyor. Ben otele erken döndüm. Saat 13.25’te peynir aldım tam o sırada bir grubun cami avlusunda gösteri yaptığını ve ortasından alevler yükseldiğini gördüm. Bir yurttaş da izliyordu. Ona sordum ‘Amerikan bayrağı yakıyorlar’ dedi. Arkadaşları uyarmak istedim ama arkadaşlar zaten sloganlar atan kalabalığa bakmak için kaldırıma çıkmışlardı. Ben otele döndüm, eşim ile peynir, ekmeğimizi yedik ve ‘toparlanalım’ dedik. Pek çok arkadaşımız toparlanıp, kapının önüne çıktı. 14’ü 10 geçe ilk taş otele atıldı. Tam 19.30’a kadar otel taşlandı. Biz merdivenlerde bekliyorduk. Genç arkadaşlarımız, merdivenlerde barikat kurdular. Saat 15.30 sıralarında Belediye Başkanı Karamollaoğlu’nun kalabalığa seslenen konuşmasını duyduk. ‘Gazanız mübarek olsun gereken tepkiyi gösterdik, dağılalım artık’ dediğini işittik. ‘Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak’ diye yürüyen kalabalık bu sözlerden sonra daha çok bağırdı, taşladı. Saat 16.30 sıralarında alana bir askeri birlik girdi. 20 kadar genç asker. İzmir’e döndükten sonra o askerlerin içinde o gün yemin etmiş acemi askerler olduğunu öğrendim. Hepsinin silahında eğitim mermisi varmış.16.30 sıralarında asker geldi, kayboldu. Saat 17.30 sıralarında telefonlar kesildi, 19.30 sıralarında elektrikler kesildi, gaz kokuları gelmeye başladı. O karanlıkta, aşağıdan bir ses ‘aşağıya gelin’ dedi. Birkaç basamak indik ama bizi büyük bir duman ve sıcaklık karşıladı. ‘Arkadaşlar arka odaya yürüyün, camları kırın’ dedim. Ben eşimin elimden tuttum, attık valizi, balkonumsu yere çıktık. Karşımızdaki binada 2 pencere var, bizi göstericiler karşıladı, ‘gelmeyin buraya’ diye ağız dolusu küfür ediyorlardı. 31 kişi karşı binaya Aziz Nesin’in 3. korumasının bizi çağırmasıyla birlikte geçtik. Biz öbür tarafa geçer geçmez, elimizi yüzümüzü yıkattılar. Bizi salona oturttular, kendileri de kararsızlardı. Işıkları açtılar, kendi üyelerini cam kenarına yerleştirdiler. Büyük Birlik Partisi’nin binasıydı. 45 dakika sonra ışıkları sönmüş merdivenlerden, ışıkları söndürülmüş belediye otobüsüne bindirilerek, Emniyet Müdürlüğü’ne gönderdiler. Arkadaşlarımız kurtuldu sanıyorduk. Saat 22’de haberleri izlediğimizde arkadaşlarımızın öldüğünü öğrendik. Ertesi gün herkes yalan yanlış şeyler konuşuyordu, sinirlerimiz bozuldu. Okullar tatil olduğu için öğrenci yurtları çevreden gelen Şeriatçı militanlar ile doldurulmuş. Önceden her şey hazırlanmış. Saat 14.00 sıralarında aranızdan 5-6 kişi seçin otelden valizleri almaya gideceğiz dediler, ben gönüllü oldum. Saat 16.00’da bizi uçakla Ankara’ya getirdiler.”    

“BU ACIYI BURADA HEP BERABER YAŞIYORUZ” 

Başkan Cemil Tugay, aydınlığın ve Cumhuriyet’in önemini belirterek şunları kaydetti: “Bu üzüntüyü iliklerimize kadar hissetmek zorundayız, birilerinin olayı yumuşatmaya çalışan bakış açıları var. Ben son Gezi davasında da alınan karar ile ilgili söylediğim şeyi tekrar etmek istiyorum. Suçlanan insanların ne yaptığına, profillerinin ne olduğuna bakmak lazım. Aynı şeyi o gün orada olan şenliğe davet edilen aydınlar için de söylerim. Kafalarımızda bireysel yargılar oluşturuyoruz, kişisel olarak haklılıklar, haksızlıklar buluyoruz, kendimizi farklı noktalarda konumluyoruz. Bir çizginin üzerinde başka noktalarda durabiliyoruz ama daha böyle basitleştirip, somutlaştırdığımız zaman sormamız gereken şeyler var. Orada hayatını kaybeden 33 aydın, ne yaptılar? Suçları neydi? Şunu bilmek lazım, kimse orada başına böyle bir şey olacağını bilerek gitmedi oraya. Söyleşi yapmaya, kitap imzalamaya, konferansta konuşmaya gittiler. Oradaki konukların ben kimseye hakaret ettiğini duymadım. Gezi davasında ceza alan çok değerli bir sürü insan var. Olayın özüne baktığınızda o insanlar kesinlikle o terörü, saldırıyı hak etmeyen insanlardı. Toplumun vicdanı bu olayı kabul etmediği için 29 yıl sonra halen aynı acıyı burada hep beraber yaşadığımız gibi yaşıyoruz ve bizim gibi milyonlarca insan yaşıyor, yarın bir sürü yerde anmalar, yürüyüş, protestolar var, her yerde bunlar konuşulacak. Toplumun vicdanı ile örtüşmeyen bir devlet yönetimi anlayışı olduğu zaman tıpkı o gün olduğu gibi, bugünde yansımaları oluyor. Toplumda her zaman fanatikler olur, saldırganlar olur. Hem Cumhuriyet Halk Partisi’ni hem de Karşıyaka Belediyesi’nin anlayışını şöyle özetleyebilirim, bizim için konu çok basit; hiç kimse bu ülkede düşüncesinden, inancından dolayı cezalandırılmamalıdır. Bu özgürlük her insanın doğuşundan itibaren ona verilmiş bir haktır. Cumhuriyet Halk Partisi diyor ki, bu ülkede yaşayan herkes eşittir. Devlet vatandaşına, eşit yurttaşlık temelinde bakacaktır. Demokrasi, insan hakları olmadan devlet vatandaş ilişkisinde eşit yurttaşlık anlayışı olmadan bunları halledemeyiz. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu demokratik ve laik Cumhuriyet rejimi, sıkı sıkıya tutunmaya devam ettiğimiz bir rejim. Biz Cumhuriyetçiyiz, Atatürkçüyüz, Demokratız, laikiz.”  

“AYDINLARIMIZA SAHİP ÇIKMAK ZORUNDAYIZ” 

Aydınların öneminden bahseden Hidayet Karakuş, “Aydınlarını baskılayan yönetimler aslında kendi toplumlarını, insanlarını, ortaçağa doğru sürüklerler. Sivas’ta yitirdiğimiz arkadaşlarımı burada sevgiyle bir kez daha anmak isterim. Sadece onları değil, otelde kendini çelik dolaplara kilitleyip, yanan genç kızlarımızı anmak isterim, merdivenlerde oturup sıkıntıdan nişanlısının saçlarını ören tiyatrocu çocukları anmak isterim. Onlara saygılar, sevgiler sunuyorum. Aydın olmak, öngörülü olmaktır. Gelecekte neler olabileceğini kestirmek demektir. İnsanın çıkarlarını düşünmek demektir, aydın olmak. Bizim gibi toplumlarda aydınlar hep yalnızdır, yalnız olmak zorundadır. Doğruyu söylemek yalnızlığı gerektirir. Kimse yanınıza gelmez. Gerçeği söylemek aydının görevidir. Susmakta gerçeği gizlemeyi gerektirir, susan insan gerçeği bildiği halde susuyorsa suçludur. O nedenle günümüzde aydınlarımızı korumak, sahip çıkmak zorundayız. Aydınlanmanın eğitim dizgesini yerleştirmek, geliştirmek zorundayız. Eğitim dizgesi yeni baştan, Cumhuriyet dönemi ilkeleri ile ele alınmalı, laik, bilimsel, demokratik eğitim okullarda gerçekleştirilmelidir. Aydınlar o zaman çoğalacak, Sivaslar, Çorumlar, Kahramanmaraşlar olmayacak. Çocukluktan itibaren geleceğin toplumu, eğitim kurumlarında aydınlanma izlenceleriyle yaratılabilir” dedi.