GÜNDEME BAKIŞ – Halime Erdoğan’ın sorularına içtenlikle yanıt veren Kahraman, kenti ilgilendiren birçok konuda önemli değerlendirmelerde bulundu.

Sizi yakından tanımak isteriz, kendinizden bahseder misiniz?
Hazırlıksız olduğum bir yerden geldi. Ben kendimi mimar olarak tarif ederim buna ilaveten bir de baba, akademisyen mimar, serbest mimar ama baba tek, tek bir oğlum var. Ben aslında Amasya doğumluyum daha sonra İzmir’e taşındık, annemin akrabaları İzmir’deydi. Bornova Anadolu Lisesi’nde okudum. Dokuz Eylül Üniversitesi mimarlık mezunuyum.  Serbest çalıştım, yurt dışına gittim, geldikten sonra İzmir’de ofisimi açtım. Yaklaşık 10 yıl serbest olarak çalıştım. Bu arada doktoramı yapıyor ve üniversiteye yarı zamanlı olarak gidiyordum, akabinde üniversiteye geçtim, yine 10 yıl akademide kaldım, 1976 doğumluyum.

Neden mimarlık mesleğini seçtiniz?
Benim amcam mimar, aslında onun etkisi var. Mimarlığı içindeyken çok sevdim ben. Mimarlığı hiçbir zaman basite indirgeyemezsiniz yani bir sayısal problem olur onu çözersiniz, yazılımı yaparsınız ama mimarlık öyle değil. Çok değişik, keyifli bir eğitimiz var. Çok farklı yerlerden besleniyor ve bu beslenme kaynaklarınıza göre üretiyorsunuz, kültür birikimi olması gerekiyor, çok çalışmak gerekiyor. Tüm bunların sonunda da size ait bir şey yapıyorsunuz, bu durum beni çok cezbetti.

Mevcut başkan ve yönetimine karşı aday oldunuz ve kazandınız, sürpriz miydi?
Çok sürpriz değildi açıkçası. Biz aday olduk ama çok farklı ekipler değiliz. Bambaşka dünya görüşlerinden insanlar değiliz. Ufak nüans farklılıklarımız vardı bizim. Bir önceki yönetimde yoktum ama daha önceki dönemlerde yedek yönetim kurulu üyesi oldum. Herkesin hayalleri, hedefleri, amaçları var ve bu doğrultuda, bunları gerçekleştirerek hepimiz mutlu olmak istiyoruz. Herkes bunu kendi mesleği üzerinden ya da çeşitli hobiler üzerinden yapıyor, ben de bunu mimarlık mesleği ve onun bana öğrettikleri üzerinden yapıyorum. Benim mutlu olmak gibi bir derdim var, mutlu olurken de doğrunun parçası olmak istiyorum çünkü doğrunun parçası değilsen eğer yanlışın bir parçasısın demektir. Dolayısıyla olması gerektiğini düşündüklerim var. Başta meslek için, ardından İzmir için, ülke için, ben ülkesini çok seven birisiyim. Bu hususta da meslek pratiği üzerinden, çeşitli katkılar yapabileceğimi düşünüyorum. Bu da tek başına olmaz, hep ekiple yapmak gerekiyor, ben hayatım boyunca böyle yaptım. Kimisinde başarısız oldum, olmadı ama tekrar denedim. Bunun başka bir yolu yok, birlikte üretmek lazım. Sizin mutluluğunuz benim mutluluğumu etkiliyor, sizin ruh haliniz benim ruh halimi etkiliyor, bu toplumda da böyle ve aslında bu bir inanç yapısı, bir düşünce sistemi. Düşünce yapısının temiz, berrak, net, güvenilir olması lazım. Bizim meleğimiz öyle bir meslek ki, şehri şehir yapan meslek. İzmir’i seviyorsanız, İzmir’in tarihinden gelen, kültürün verdiği yapılaşmayı seviyorsunuz aslında. İzmir’de çok iyi örnekler var. Zeki Pekin diye eski oda başkanlarından çok değerli mimar var, çok değerli eserleri var. Bu sizin kentle ilişki kurmanızı sağlıyor, sevdiğiniz binalar üzerinden ve sevdiğiniz mekanlar var. Bunların insanlara dokunuşu oluyor ve bu dokunuşlar da mimar üzerinden oluyor.

Delegelerle aranızda düşünsel bir bağ mı oldu bu anlamda?
Muhtemelen, ben 20 yıldır bu işi yapıyorum. İzmir’in öyle bir ölçeği var ki herkes birbirini tanıyor. Biliniyorsunuz, referansınız güçlü ise bir bağ kuruluyor. Sorgulama kısmında ise bizim meslekte, derinlemesine, anormal bir sorgulama yapılıyor. Aslında ben ‘başkan’ lafına da takık durumdayım. Şu anda çünkü bu bir kişinin işi değil, bir yönetim kurulu var ve ben de o kurulun bir üyesiyim. Ekibin parçasıysam ne güzel, ekip birbirine güvendi, inandı ve o kadar naif, ferah bir ekibimiz var ki, bu ekibin birlikte olması bile birçok insana güç verdi.

İzmir’de özellikle mimarlar odası ile ilgili ‘her projeye dava açarlar’ algısı mevcut, siz de biliyorsunuz hatta ‘istemezükçü’ diye nitelendiriyorlar, bu hususta düşünceleriniz neler?
Aslında çok öyle değil, burada iki şey çok önemli, bakış açısı ve kimin söylediği… ‘dava açar’ biz de açacağız. Olması gerekenler var, gelişmiş ülkelerde bu çok sistemli gidiyor ama bizim ülkemizde sistemli gidiyor fakat kişiye göre biraz esneyebiliyor. Oda mesela ‘Hacılarkırı’na’ dava açmış durumda, bu da mahkeme tarafından kazılmış durumda. Yapılan şey doğru, sosyal donatı alanı olarak korunması gereken yere mahkeme de diyor ki, ‘mimarlar odası haklı, burası sosyal donatı alanı olarak kullanılmalı’, yani bu yapılan ‘istemezükçülük’ değil, doğru olan… Bizim insanlarımızda şöyle bir gelenek var, bir yöntem, hemen her şey hızlı olsun ve hızlı tüketilsin isteniyor. Bunun sürekli ve uzun soluklu olması için bazı kurallar gerekiyor bizce. Bizim bir önceki yönetimle aramızdaki farkta burada başlıyor, biz kendimize ‘proaktif olacağız’ diyoruz. Yani ‘evet bu yanlış’ ama bu yanlışın yerinde de ne olması gerektiğini söyleyeceğiz. Bir önceki yönetimle benzeriz düşünce yapısı, akıl yürütme gibi konularda, ayrıştığımız nokta ise daha somut verilerle ‘böyle olmalı’ diyeceğiz biz. Mesela zamanda biraz eskiye gidelim. Üçkuyular’da alışveriş merkezleri yokken ulaşım çok daha rahattı, şimdi ise yan yana bir sürü alışveriş merkezi geldi ve ulaşım sıkıntısı var. Aslında alışveriş merkezi dediğiniz yerler yurtdışında şehir dışı alanlara yapılıyor. Benim kişisel görüşüm İstinye Park’ın orada olmaması yönünde, bunu bir şehirli olarak söylüyorum. Yönetim kurulu başkanı olarak, ben onun orada olmamasından çok büyük mutluluk duyardım. Çünkü İstinye Park bir marka ve bir rant olarak geliyor, güçlü bir öge ve baskı olarak geliyor. O orada olduğu zaman onun etrafında bir sirkülasyon oluyor, bu altyapı uygun mu? Bunların planlı olarak yapılması gerekiyor. Bu plan oldu mu, olmadı mı ya da ne şekilde oldu, bunları tartışmak lazım, tam olarak istenilen bu muydu? Orası deprem toplanma bölgesi olarak düşünülen bir alandı. ‘İstemezükçülük’ şöyle başlıyor; onun orada olması kötü bir şey mi? İş imkanı geliyor, alışveriş başlıyor, ekonomi canlanıyor, bunlar doğru. Peki bunun arka planına bakalım, ne üretiyoruz, kime satarak tüketim elde ediyoruz? Bizim hazinelerimiz var elimizin altında, onları ortaya çıkarmalıyız. Biz yabancı konuk ağırlayabiliyor muyuz gerçekten? İzmir bir marka şehir olmak istiyor, bu herkese yararlı bir şey aynı zamanda, Kemeraltı’nın canlanması, bizim eski ören yerlerimizin insan çekmesi bizim İzmir’deki farklılığımız üzerinden bir tanınırlık yapılması… Birkaç sene öncesine kadar Seferihisar hiç bilinmiyordu ama şimdi bir marka olma yönünde ilerliyor. Sığacık bence çok doğru bir yönde gitmiyor, Şirince gibi… Şirince benim üniversite yıllarımda gitmekten keyif aldığım bir yerdi şimdi ise adım atmadığım bir yer. Bunu tadında bırakıp, bunları korumanın yollarını bulsak zaten insanlar sadece bunlar için geliyor, sizi buluyor. Bunlar bizim özümüzden çıkan yerler, dıştan değil. Bunlar daha sağlam olduğumuz ve arkasında durduğumuz şeyler oluyor. Eskişehir Odunpazarı’nda bu denendi ve başarıldı, Safranbolu aynı şekilde. Kayseri’ye bakın, Gesi Bağları türküsü var ama orada Gesi Bağları yok artık, yüksek binalar içinde bağlar tehdit içinde. Ben Gesi Bağlarını görmek için Kayseri’ye gider, dolaşırım ama yüksek binalar için bunu yapmam. Ekonominin ve ticaretin de bizim değerlerimiz üzerinden yapılması lazım. İstinye Park yapılacak, orada yabancı marka çanta satılacak, bunun kime ne yararı var, bu gerçekten bize dönen bir şey mi, emin değilim! Geçici tüketim üzerinden… Bugün tüm dünyada geçici tüketimin çöktüğü konuşuluyor, yeni bir yöntem arıyorlar, Amerika’da boş alışveriş merkezleri var ama biz hatayı görmeden körü körüne takip ederek bunun üzerine gidiyoruz. Bunu savunmak benim dünyamda ‘istemezükçülük’ değil ama en başta da ifade ettiğim gibi ‘evet bu olmamalı ama bunun yerine bu olmalı’ demeliyiz, biz diyeceğiz.

İzmir’in mimarisini nasıl buluyorsunuz?
Kimin bakış açısıyla? Çok değerli binalar ve mimarlar olduğunu düşünüyorum açıkçası, kıyı projesi yapıldı ve çok güzel örnekler çıktı. Bir konferansa katıldım İtalya’da, İzmir’i merak ettiler, İzmir ile ilgili sunum yapmamı istediler. Karşıyaka’da Gün Batımı Terası var. İzmirli bir mimar yaptı onu Evren Başbuğ. Kendisini aradım ve İzmir’in sunumunu Gün Batımı Terası üzerinden yaptım, çok değerli bir proje. Şu an pek çok insan tarafından kullanılıyor. Zeki Pekin’in çok güzel binaları var, daha eski Levantenlerden kalma çok güzel binalar var. Yarışma projeleri var, çok keyifli işler çıkıyor. Bu bakış açısıyla seviyorum. Bir de günlük hayatın zorlamasıyla yapılmış şeyler var, bunları da sevmiyorum ama bu da hayatın gerçeği, siz yönlendirme yapmayıp, iyi bir örnek çıkartmazsanız neyin iyi olduğunu kimse bilemez ve iş çözümsüzlüğe gider.

İzmir’de ‘bu bina silüeti bozuyordu fakat dava açılmadı’ dediğiniz bir yapı ya da bölge var mı?
Ben o konuda arkadaşlarımı eleştirmem, dava açmak bir kısmı destek vermek işin diğer kısmı aslında yani yanlışı görüp, doğruya yönlendirmek benim tek eleştirim bu olabilir. Neyin yanlış olduğunu hepimiz biliyoruz ama doğrusunu da tarif etmek lazım. Oralarda handikaplarım var.

Kültürpark kentin ortasında kalan tek yeşil alan, burasıyla ilgili İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer İzmirlileri dinliyor, siz ne öneriyorsunuz?
Kültürpark platformu var, başkan beyle toplantılar yaptık. Kültürpark’ın Kültürpark olarak kalması bunu İlker Kahraman olarak söylüyorum çok gerekli bir şey. İçinde geçici olarak yapılmış hangar binaları var, mermer fuarı için çok hızlı bir şekilde yapılmıştı. Üretici pazarı orada olmasa, başka yerde olsa da olur. ‘Üretici pazarı orada olmalı mı?’ derseniz, görüşüm hayır! Çünkü oradaki doku farklı bir doku ama üretici pazarı için başka yerler bulunabilir diye düşünüyorum kendi adıma.

Zorlu Holding’in Pasaport bölgesindeki projesi için neler söylersiniz?
Şehir için bir plan çiziliyor bu Priştina zamanında gökdelenler projesi Bayraklı olsun diye yarışma yapıldı ve kararlar verildi. Bu işler parsel bazında olmadığı sürece, bölge bazında olduğu sürece kimsenin buna itiraz edeceğini sanmıyorum. Parsel bazında olması, planların uyumlu olmaması gibi konular gündeme geldi. Bu arada gökdelen mevzuata aykırı olarak yapılmıyor zaten mevzuata aykırı yapılamaz. Burada bir takım gri alanlar oluşmuş, o gri alanlar sebebiyle soru işareti var kafalarda. O gri alanların oluşmamasını sağlamak aslında bizlerin görevi, toplumsal bir görev. Sadece odaların da değil, en başta mahalli idarelerin.

Oda mesleki denetiminin ilgili Bakanlıkça zorunlu tutulmuyor olması hem oda açısından hem de belediyelerin işleyişi açısından nasıl sonuçlar ortaya koyuyor?
Mesleki denetim çok yararlı bir şeydi. Herkes meslek erbabı, üniversiteyi bitiriyorsunuz, çalışıyorsunuz, herhangi bir denetime ihtiyacınız var mı, soru işareti. Mesleki denetim şunu sağlıyordu en fazla belediyelere yarar sağlıyordu çünkü orada iş yükünü inanılmaz azaltıyordu. Oda onayı çok güvenilir bir durum mimarlar için, oda onayının olması oradaki projelerin daha az zaman harcayarak çözüme gitmesi açısından fayda sağlıyordu. Manisa, Aydın, Uşak ve İzmir şehirleriyiz, denetimler Manisa’da gönüllü olarak devam ediyor mimarlar arasında, bu da mimarlar için çok yararlı. İzmir’de ise daha kalabalık bir sayı var. Yapmak istemeyeni zorlama şansımız yok, uzlaşı ile yapılması gerekiyor. Bu bir avantajdı ama bunu zulme çevirmemek gerekir. Bunu farklı bir yöntemini gönüllük esaslı olanını getirmek istiyoruz biz, hem belediyelerle bu konuda konuşup, anlaşıp hem mimar meslektaşlarımızla anlaşıp, gönüllü denetimi faydacı denetimi getirmek istiyoruz, bunun da herkes açısından yararlı olacağını düşünüyorum.