GÜNCEL

Uzmanlar A’dan Z’ye anoreksiyayı anlattı: Beden ruhsal acıyı anlatmaya çalışır!

İzmir Tabip Odası Başkanı Yüce Ayhan, Dr. Psikolog Mehmet Kılıç ve Uzman Psikolog Işıl Bektaş A’dan Z’ye anoreksiya nervoza’yı anlatarak, ebeveynlere önemli uyarılarda bulundu. Hastalığın kökeninde travmalar, kontrol ve kabul görme gibi unsurlar barındığına dikkat çeken uzmanlar, psikolojik hastalıkların içinde en ölümcül olanının anoreksiya olduğunu vurguladı.

Abone Ol

Hale YILDIRIM / GÜNDEME BAKIŞ - "Anoreksiya bir kilo meselesi değil, kafa meselesidir" demişti 2020 yılında, 24 yaşında hayatını kaybeden Alman sosyal medya fenomeni Josi Maria. "Sadece zayıf olma isteği değil, çok daha fazlası var. Performansa, onaylanmaya, kontrole ihtiyaç duymakla ilgili..." Onun bu çarpıcı sözleri, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Nihal Candan’ın trajik ölümüyle bir kez daha gündeme geldi. Uzun süredir anoreksiya nervoza ile mücadele ettiği belirtilen Candan'ın ölümü, bu psikolojik hastalığın yalnızca bedeni değil, zihni de nasıl esir aldığını bir kez daha gözler önüne serdi.

İzmir Tabip Odası Başkanı Yüce Ayhan, Dr. Psikolog Mehmet Kılıç ve Uzman Psikolog Işıl Bektaş, anorekasiya nervoza’nın nedenlerini, gelişme sürecini, ailelerin alması gereken önlemleri anlatarak konuya ilişkin birbirinden önemli bilgiler verdi.

BEKTAŞ: “ALTINDA YATAN SEBEPLER FARKLI”

Anoreksiya nervoza’yı anlatan Uzman Psikolog Işıl Bektaş, “kişinin beden algısında ciddi bozulmalarla seyreden ve çoğunlukla kontrol ihtiyacının, bastırılmış duyguların ya da kimlik sorunlarının bir dışavurumu olan ciddi bir yeme bozukluğudur. Sıklıkla ergenlik döneminde başlar, ama giderek daha küçük yaşlarda ya da ileri yaşlarda da karşımıza çıkabiliyor. Bu bozuklukta kişi, normal ya da düşük kiloda olmasına rağmen kendini kilolu hisseder, kilo almaktan aşırı korkar ve bu korkuyla yemek yemeyi kısıtlamaya başlar. Zamanla bu kısıtlama, kişinin yaşamını tehdit edecek düzeyde fiziksel ve psikolojik sorunlara yol açar. Fakat bu durum sadece yemekle ilgili bir sorun değildir. Görünüşte kilo kontrolü gibi duran şeyin altında çoğu zaman kontrol edilemeyen duygular, değersizlik hisleri, travmatik yaşantılar ya da kimlik karmaşaları yatar” açıklamasında bulundu.

“BEDEN RUHSAL ACIYI ANLATMAYA ÇALIŞIR”

“Anoreksiya genellikle fark edilmesi zor bir şekilde, masum görünen cümlelerle başlar:” diyen Bektaş “Biraz kilo versem daha iyi hissedecem, tatlı yememem lazım, irademe hâkim olmalıyım…” Bu cümleler zamanla obsesif düşüncelere, tartı bağımlılığına, bedeninden nefret etmeye ve tüm yaşam enerjisinin kalori hesabına sıkışmasına dönüşebilir. Toplumda özellikle kadın bedeni üzerine kurulu güzellik baskısı, sosyal medyada filtrelenmiş bedenlerin yarattığı kıyaslama hali ve mükemmeliyetçi kişilik yapısı, anoreksiyanın gelişiminde önemli risk faktörleridir. Ancak bu bozukluk yalnızca ‘zayıf görünme’ arzusu değil, derin bir psikolojik mücadeledir. Beden, kişinin ruhsal acısını anlatmaya çalıştığı bir sahneye dönüşür.

“AÇLIĞI BASTIRMAK ‘ARINMA’ OLARAK YAŞANIR”

“Bu hastalıkta kişi açlık hissiyle nasıl mücadele eder” sorusunu yanıtlayan Bektaş, “Anoreksiya’da en çarpıcı çelişkilerden biri, kişinin açlık hissetmesine rağmen yemeyi reddetmesidir. Açlık hissiyle mücadele daha derin bir ruhsal açlığı bastırma çabasıdır. Aslında burada yalnızca fiziksel açlık değil, psikolojik doyumsuzluk ve kontrol arzusu devrededir. Kişi aç olduğunu hisseder, bedeni besin ister ama zihin, bu ihtiyacı bir düşman gibi algılar. Açlığı bastırmak, bir tür başarı, güç, hatta bazı durumlarda ‘arınma’ duygusu olarak yaşanır. Yememek, kişinin kendini kontrol ettiğine ve bir şekilde ‘başardığına’ dair güçlü bir iç tatmin yaratabilir” diye konuştu.

“BEYİN AÇLIĞA DİRENMEYİ ÖDÜLLENDİRİR”

Aç kaldıkça beynin aç kalma eylemini ödüllendirdiğini kaydeden Bektaş, “Fakat zamanla bu kontrol hissi bir bağımlılığa dönüşür. Beyin, açlığa direnme davranışını ödüllendirir. Yani kişi aç kaldıkça beyindeki ödül sistemleri devreye girerek, onu bu davranışı sürdürmesi için pekiştirir. Bu da, normalde rahatsızlık verici olması gereken açlık hissini, zamanla katlanılabilir, hatta arzu edilen bir hale getirir” dedi.

“BEDENİ VE ZİHNİ AĞIR ŞEKİLDE YIPRATIR”

Her hastanın açlığa direnmek için farklı metotlar geliştirdiğini anlatan Bektaş, “Birçok anoreksiya hastası, açlığı bastırmak için farklı stratejiler geliştirir. Mesela bol su içmek, sakız çiğnemek, öğünleri sürekli ertelemek, takıntılı şekilde egzersiz yapmak ya da dolu hissetmek için lifli ama kalorisi düşük gıdalara yönelmek gibi yöntemler yer alır. Ama bu bastırma, bedeni ve zihni ağır bir şekilde yıpratır. Sürekli açlık hali; sinirlilik, konsantrasyon güçlüğü, uyku bozuklukları, hormonal dengesizlikler ve yaşamı tehdit eden sağlık problemleriyle sonuçlanabilir. Tüm bu süreçte kişi hala kendisini ‘yeterince zayıf’ hissetmeyebilir” ifadelerini kullandı.

EBEVEYNLER DİKKAT: ÇOCUĞUNUZDA BU DAVRANIŞLAR VARSA…

Ebeveynlere de önemli çağrılarda bulunan Bektaş, şu açıklamalarda bulundu:

Anoreksiya nervoza sinsi bir şekilde gelişir. Bu nedenle ebeveynlerin erken belirtileri fark etmesi çok kritiktir. Genellikle ilk ipuçları davranışlardaki küçük ama tutarlı değişimlerle kendini gösterir. Örneğin çocuğun yemek saatlerinde huzursuzluk yaşaması veya yemeği bahanelerle atlaması, aynada kendine uzun süre bakması, kilo vermesine rağmen hala kilolu olduğunu söylemesi, katı diyet uygulaması, tartıya sık çıkması, kalorileri takıntılı şekilde hesaplaması, halsizlik, üşüme hissi, adet düzensizlikleri, saç dökülmesi, cilt sorunları gibi fiziksel belirtiler.

Bu davranışlar ilk başta “formuna dikkat etme” gibi görünebilir ancak ebeveynler çocuklarının yemekle ilişkilerinde duygusal bir sertlik, bedenine karşı öfke veya utanç, ya da toplumsal çekilme gibi işaretler fark ettiğinde mutlaka harekete geçmelidir. Bu aşamada ebeveynlerin suçlayıcı ya da zorlayıcı bir dil kullanmaktan kaçınması gerekir. “Yemek ye! Çok zayıfladın! Bu sağlıklı değil” gibi tepkiler, çocuğun daha da içine kapanmasına neden olabilir. Bunun yerine, kaygı ve gözlemlerini şefkatli bir dille paylaşmaları önemlidir.

“TEDAVİ EDİLEBİLİR”

Bektaş, ölümle sonuçlanabilen anoreksiyanın tedavisinin mümkün olduğunu belirterek “Evet, anoreksiya tedavi edilebilir. Ancak bu, yalnızca kilo almakla çözülebilecek bir durum değildir. Asıl amaç, kişinin yemekle ve bedeniyle olan ilişkisini yeniden yapılandırmak, altında yatan psikolojik dinamikleri anlamak ve iyileştirmektir. Tedavi süreci bireyin yaşına, hastalığın şiddetine ve eşlik eden diğer psikolojik sorunlara göre şekillenir. Bu süreçte multidisipliner bir yaklaşım - psikoterapi, beslenme danışmanlığı ve tıbbi destek—hayati öneme sahiptir. Anoreksiya doğrudan ilaçla tedavi edilebilen bir bozukluk olmasa da, eşlik eden depresyon, kaygı ya da obsesif düşünceler gibi durumlarda psikiyatrik destek ve ilaç tedavisi yardımcı olabilir. Bazı durumlarda kişi aşırı derecede kilo kaybetmişse, hayati risk taşıyorsa ya da evde tedaviye dirençliyse, hastaneye yatış gerekebilir. Erken müdahale ve şefkatli bir yaklaşım, iyileşme yolundaki en güçlü iki unsurdur” dedi.

KILIÇ: “ERGENLİKLE BİRLİKTE ORTAYA ÇIKIYOR”

Dr. Psikolog Mehmet Kılıç, yeme bozukluğu olarak bilinen anoreksiyaya ilişkin bilgi vererek, “Daha çok ergenlikle birlikte 11-12 yaşları ila 18 arasında ortaya çıktığını görüyoruz. Kişilerin yüzde 95’i kadın ancak yüzde 5’i erkek. Kilo alma fobisi olarak tanımlanabiliyor. Bu korkuya bağlı olarak çok kilo alacaklarını, veremeyeceklerini buna bağlı olarak da diğer insanların onları beğenmeyeceklerini, eleştireceklerini barındıran bir dizi düşüncenin olduğu ağır bir psikolojik bozukluk” ifadelerini kullandı.

“2 TİP DAVRANIŞ GÖREBİLİYORUZ”

“2 tip anoreksik davranış görebiliyoruz” diyen Kılıç, “Bir tanesi çok az yiyenler, ikinci grupta ise yiyip ardından kusanlar var. İshal yapan ilaçlar kullanabiliyorlar ya da çok ağır sporlar yaparak yediklerini yakmaya çalışıyorlar” dedi.

“DEPRESYON VE OBSESYON EŞLİK EDİYOR”

“Aileler nasıl fark eder” sorusunu yanıtlayan Kılıç, “Buna eşlik eden bir dizi başka sorunlar da görebiliyoruz bu kişilerde, mesela depresyon ve obsesyonları görebiliyoruz. Depresyon bir mutsuzluk hali, bu kişiler kilo aldıkça daha depresif ve mutsuz oluyorlar, ya da yemek yerken ‘Kilo mu aldım, göbeğim mi çıktı, karnım mı şişti, kötü görünüyor muyum’ gibi söylemlerini yakalayabilirler. Yemekten erken kalkma, çok yavaş yemek, az yemek olarak görebiliyoruz. En somut göstergesi ise ortalama olması gereken vücut ağırlığının yüzde 15 ila 25 aralığında daha düşük kaldığını görüyoruz. Yani 50 kilo olması gereken bir kadının 35 kilolarda olduğunu görüyoruz ve kilo alımını engelleyen herhangi bir biyolojik, sağlık sorunu yok, sadece az yemesinden, kilo ile ilgili cümlelerinden yakalayabiliyoruz” diye konuştu.

“ÖLÜM RİSKİ EN YÜKSEK HASTALIK”

Psikolojik sorunlar için anoreksiyanın en ölümcül olduğuna dikkat çeken Kılıç, “Bizde yaklaşık 450 tane psikolojik sorun vardır ve bunlar arasında ölüm riski en yüksek hastalık ne yazık ki bu. Bu hastaların yaklaşık yüzde 10’u ne yazık ki ölüyorlar. Bizim psikoloji literatüründe ‘acil’ diye bir kodumuz yoktur anoreksiya haricinde! Çünkü bu hastalar hızla ölüme doğru ilerliyorlar. Yemek alımı enerjinin düşmesine, depresyona yol açıyor. Bir süre sonra regli döngüsü bozuluyor, algı bozuluyor, hormonlar bozuluyor ve kişi algısı, beden dengesi bozuldukça bir yıkıma doğru gitmeye başlıyor. O çöküş, zayıflama sırasında ‘Bu ne hal, biraz kilo al’ gibi söylemleri etraflarından duyarlar ama inanmazlar, ‘Ben kiloluyum, biraz daha vermem lazım’ diye düşünürler. Algıları o kadar bozulmuştur ki, tedaviye de çok yanaşmazlar. O yüzden ölüm oranları daha fazla oluyor. 50 kilo olması gereken biri 30’lu kilolara düştüyse acilen yatış alması gerekiyor, mecburi beslenme, yoğun terapi ve ilaç desteğinin devreye girmesi gerekiyor” çağrısında bulundu.

“AİLEYE KARŞI TEPKİ OLARAK ORTAYA ÇIKABİLİYOR”

Anoreksiyanın nedenlerini de anlatan Dr. Kılıç şunları kaydetti:

Nedenlerine bakacak olursak, bu kişilerin genelde sorunlu ailelerden geldiklerini görüyoruz. Aile içi mutsuzluklar, parçalanmış aile yapıları bozuk olabiliyor. Bağımlılık sorunu yaşayan bir anne babanın olduğu yapılarda daha sık görebiliyoruz biz bunu. Çok kontrolcü, iç içe geçmiş aileler vardır, anne ve çocuğun çatıştığı aile yapılarında, anne ya da baba çocuğun her şeyine karıştığında, çocuğun kontrol edebileceği tek alan yeme alanı kalabiliyor. Sorunlu, kontrolcü aile yapısında aileye karşı bir tepki olarak da ortaya çıkabiliyor.

“CİNSELLİK KORKUSU DA ANOREKSİYAYA SÜRÜKLEYEBİLİYOR”

Kadınsılıktan, cinsellikten uzak durmak, çocuksu bir beden algısına sahip olma ihtiyacı da var. Bu ergenlikte ortaya çıkıyor çünkü ergenlikle beraber göğüsler, kalçalar ortaya çıkmaya başlıyor. ‘Ben kadınsı olmak istemiyorum, çocuk olarak kalmak istiyorum’ gibi bir düşünceyle de ortaya çıkabiliyor. Kilo kaybettikçe göğüsler, kalçalar da küçülmeye başlıyor. Cinselliğe dair yaşadığı kaygılardan da bu yolla kurtulacağını düşünüyor.

“ÖZENDİRİLEN BİR KADIN VÜCUDU VAR”

Sosyal nedenler de var, kadın bedeninin ön plana çıkması, zayıflığın ön plana çıkartılması, bunun övülüyor olması, bunun bir ticarete dönüşüyor olması da nedenler arasında. Sosyal medyada özendirilen ince, uzun, hatları belirgin kadınlar var. Kendinin de böyle olması gerektiğini düşünüyor kişi fakat uç düzeyde algılıyor. Geldiği zayıflığın farkına varamadığı için kısır döngüye giriyor.

“ÖLDÜ, ÖLECEK NOKTASINDA YARDIM ALMAYA BAŞLIYORLAR”

Yani hem biyolojik, hem sosyal nedenler var. Ancak öldü ölecek noktasında geldiğinde yardım aramaya başlıyor bu insanlar. Bu kişiler hastaneye yatış için de direnç gösteriyor ve yemek yememeğe çalışıyor. Uzmanlar eşliğinde yemek yenmesi sağlanıyor bu kişilerin ama ardından gidip yoğun şekilde spor yapıyorlar ya da kusuyorlar. Hastaneye yatışında dahi ne yazık ki bu hastalığı sürdürme eğilimleri fazla oluyor bu hastaların.

AYHAN: “FARKLI İDOLLER PEŞİNDEN KOŞUYORLAR”

İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Yüce Ayhan ise konuya ilişkin, “Topluma dayatılan bir yaşam algısı var. Bir kısım insan sağlıklı yaşam gurusu olmaya çalışıyor. Sağlıklı yaşamayı bildiği gibi uygulamaya çalışıyor. Bir kısım insan güzellik algısı içinde, o çerçevenin dışında bir durumu benimsemiyor ve o sınırda kalmaya çalışıyor. Burada biraz da hayatla barışık olmak gerekiyor. Kişinin gereksiz riskleri almaması, kendisiyle ve yaşamla barışık olması gerekiyor. Bu bir ruh sağlığı sorunu. Kişinin fiziksel bir kusuru olmasa da o kendi görünümünden memnun değil. Toplumun standart güzellik ölçüsüne göre ‘Güzel’ diye sınıflandırabileceğimiz gençler de daha güzel ya da daha farklı idoller peşinde koşarak daha farklı beden yapısına sahip olmak isteyebiliyorlar. İşin toplumsal boyutu var, kadına dayatılan bir güzellik algısı var. Sosyal medya da bunun araçlarından birisi ve daha yeni yetme ‘Teenager’ diyebileceğimiz kızların estetik işlem yaptırdığını duyuyoruz. Estetik genel olarak yaşlanma izlerini gidermek için yapılır ancak çok genç grupta da bunun yaygın olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla toplumda bu tür bir pazar ekonomisinin getirdiği dayatma var, size bir şey arz ediyor ve siz de bunu talep ediyorsunuz. Bu başlı başına bir sorun. Bu pazarın sürdürülebilmesi için düzenin yarattığı bir baskı var; böyle olmak zorundasın, bu elbiseyi giymek zorundasın, bu elbiseye girmek için böyle yaşamak zorundasın… Bu sadece toplumsal değil ekonomik de bir dayatma” dedi.

“BİLİMSEL KANIT OLMADAN İTİBAR ETMEYİN”

“Sosyal medyada her gün bir uzmanın, ilginç açıklamalarıyla karşılaşıyoruz, ‘O zararlı, bu faydalı’ gibi… Bazı uzmanların yaptığı ‘açlık kanser hücresini yener” gibi açıklamalar da bulunuyor. Nihal Candan ölmeden önce katıldığı bir programda da buna benzer bir şey söyleyerek, ‘Yiyeceğim her şey zararlı gibi geliyor’ demişti. Bu sosyal medyadaki uzmanların açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz” sorusunu da yanıtlayan Yüce Ayhan, “Böyle bir Pazar ekonomisinden söz ediyoruz. Bu da bir Pazar. Sağlığı korumaya yönelik değil, estetize etmeye, varsayımlar üzerinden yönlendirmeye dönük bir Pazar. Çeşitli diyet programları var, yaşam koçları var… Bunlar karşılık buluyor insanlarda ve bu alışveriş de bunu körüklüyor. Bilimin yaklaşımı şudur; bir konuda yargıya varmak için benim elimde kanıt olması lazım. ‘Açlık kanser hücresini öldürüyor’ diye kaç tane bilimsel kabul edilmiş kanıt, yayın var mı ortada! Bunu iddia eden kişilerin bilimsel kanıtını ortaya koyabilmesi gerekiyor. Böyle bir kanıt olmadan bu tür ifadelere çok itibar etmemek gerekiyor. Bilimin bile belli zamana ihtiyacı var. Kovid’in üzerinden 5 yıl geçti biz hala mekanizmalarını, etkilerini yüzde 100 bilmiyoruz. Daha çok bilimsel çalışma yayınlanacak, doğrulanacak ve sonra karar vereceğiz. Klasik kitaplara geçecek 1 satır bilgi için binlerce bilimsel makale yazılması gerekiyor. Bir bilimsel altyapı olmadan yapılan sağlıkla ilgili söylemlere çok itibar etmemek gerekiyor” uyarısında bulundu.