Son günlerde hepimizi yaralayan şiddet haberleriyle sarsıldık. Bir kadının “ölmek istemiyorum” çığlığı tüm kadınların ortak çığlığı oldu. Bir çocuğunsa “anne ölme” çığlığı tüm çocukların ortak sesiydi. Her şiddet haberiyle karşılaştığımızda “şiddete hayır” söylemlerinde bulunuyor sonrasındaysa günlük yaşamımızda farkında dahi olmadan şiddeti büyütmeye devam ediyoruz. Kadına şiddetin başlıca nedeni ise toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir.

Kadına yönelik şiddet eğitim, ekonomik gelişmişlik veya coğrafi sınırlar fark etmeksizin tüm dünyada yaygın olarak görülmektedir. Kadına yönelik şiddet yalnızca fiziksel ve psikolojik olarak zarar vermekle kalmayıp kadını sosyal yaşamdan da uzaklaştırmaya yöneliktir.

Şiddet denilince ilk akla gelen darp etme, yaralama cinayet veya cinsel ilişkiye zorlamak geliyor ancak şiddeti sadece bunlarla sınırlamamak gerekir.

Birileri, bizim adımıza karar veriyor, işimize, arkadaşımıza, sevdiklerimize müdahale ediyorsa; yapabileceklerimizi, yeteneklerimizi, hayallerimizi küçümsüyor, dikkate almıyor ve sırf kendi menfaatleri için ertelememize sebep oluyorsa; boyumuzu, kilomuzu, saç rengimizi eleştiriyorsa; çevremizdeki herkese müdahale edip bin bir bahane uydurup bizim seçtiğimiz dostlarımızdan bizi uzaklaştırıyorsa; kıskançlık kisvesi altında bizi kapana kısılmış hissettiriyor büyük heyecanla aldığımız elbiseyi, pantolonu, bluzu bize giydirmiyor bir de üstüne hakaret ediyorsa; yaptığımız her şeyden verdiğimiz her karardan yalnızca biz sorumlu olmamıza rağmen bize hesap soruyorsa; bizi yok sayarak, bizi sessiz kalarak cezalandırıyorsa ve yaptığı tüm davranışlarının sebebi olarak bizi gösteriliyorsa; zorla cinsel içerikli yayınlar izletiyorsa; çocuk doğurmaya zorluyor ya da zorla kürtaja zorluyorsa,  psikolojik şiddete maruz kalıyoruz demektir. 

Gündelik yaşamımızda dahi şiddete ne kadar çok maruz öyle değil mi? Şiddet yalnızca fiziksel değildir. Kimi zaman psikolojik şiddet fiziksel şiddetten çok daha yaralayıcı olabilmektedir.

Aslında bir kadın dünyaya geldiği andan itibaren onun bedenini sahiplenmeye çalışan insanlarla karşılaşıyor. Kadının bedeni önce babasına ve erkek kardeşlerine ardından da ne yazık ki eşine ait oluyor. Babalar, erkek kardeşler veya eşler kadının bedeni, kararları, yaşayışları hakkında karar mekanizması haline geliyor. Ve ne yazık ki kadın da çok küçük yaştan beri bunu öğrendiği için kendi bedenini ve benliğini tanıyamıyor.

Erkekler, kadın bedenini öylesine sahipleniyorlar ki kadın eşinden ayrılmak istediği anda kendi bedeninden bir parça kopmuş gibi davranabiliyorlar. Kadınları kendilerine ait gördükleri için fazlasıyla acımasız da olabiliyorlar.

Kişi kendine şefkat beslemeli, özsaygısı her daim var olmalı desek de toplumumuzda ne yazık ki kişilerin özşefkatleri geliştirilmiyor bu nedenle kendine şefkatli olmayı öğrenemeyen bir birey eşine bu şefkat ve saygıyı asla gösteremiyor.

Hiçbir gerekçe, hiçbir af şiddetin karşısında kabul edilemez. Şiddetin hiçbir türü meşrulaştırılamaz. Kadınların bedenleri, düşleri, hayalleri yalnızca kendilerine aittir. Sizler o hayallerin bir parçasıysanız eğer dahil olabilirsiniz. Kadınlar varlar, var olacaklar daha büyük güçle hem de.

Kadınlar istedikleri gibi giyinecek, istediği saatte evine dönecek, sevecek sevilecek şayet bir şeyler ters giderse de ayrılma cesaretini gösterecek. İsterse doğuracak istemezse doğurmayacak bize atfedilen tek üretim yetimiz anneliğimiz değil çünkü anneliğimiz bizim bir parçamızdır bütünümüz değil. Kadınlar, isterse evlenecek isterse evlenmeyecek. Evlenmediği için de çeşitli yaftalamalara maruz kalmayacak. Ve sizler de buna alışacaksınız. Kadınız, dünüz, bugünüz, yarınız. Burada olacağız.

Katledilen, hırpalanan her kadın için toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dair farkındalığımız artmalı bu farkındalığı büyütmeliyiz. Şiddetin son bulduğu kadınların toplumun her kesiminde eşit haklara sahip olduğu bir dünya diliyorum.

Direnç ile düş ile.

Yeni Emine’ler, Şule’ler, Özgecan’lar, Münevver’ler olmasın diye.

Sevgiler!