Halime ERDOĞAN / GÜNDEME BAKIŞ - Türkiye'nin yaşadığı en karanlık dönemlerden olan 1980 askeri darbesi ve ardından yaşanan sancılı sürecin izlerini, o günleri yaşayanlar hala kalplerinde, ruhlarında ve bedenlerinde taşımaya devam ediyor. Bazen bir fotoğraf, bazen bir ses, bazen bir koku mazinin paslı, ışıksız, acı ve işkencelerle dolu günlerinin kapısını aralamaya yetiyor. O aralanan kapıdan sızan geçmişin karanlığı, bir canavar gibi korku ve dehşet saçıyor. 

Ölümün kıyısında, Azrail'le aynı hücrede nefes alıp verenlere ev sahipliği yapan, İzmir Emniyet Müdürlüğü eski binası geçtiğimiz günlerde yıkıldı. Kocaman, soğuk, küflü bir enkaza dönüşen binadan yayılan tozlar, mazinin mühürlü defterlerinin sayfalarını tek tek açtı. O açılan defterlerden biri de 65 gün boyunca bugünün fiili, geçmişinse manevi enkazında işkence gören, öldü sanılarak hastaneye bırakılan CHP İzmir Milletvekili Atila Sertel'indi... 

Sertel enkazdan çıkan, dışı paslanmış ama içindeki mürekkep hala taptaze olan "İşkence" ve "Direniş" defterinin 65 sayfasını tüm çıplaklığıyla GÜNDEME BAKIŞ'a anlattı: 

"65 GÜN DÖVDÜLER"

Ben geçmişteki siyasi mücadelelerin, siyaset yapan insanlar tarafından dile getirilerek kendisine artı puan katacağı düşüncesiyle dillendirmezdim ama o gün, o bina çökünce o günler aklıma geldi. Yıl 1981, öğrenciyim, eşim rahmetli Ziynet Sertel'le 10 aylık evliyiz. Daha ilk oğlumuz doğmamıştı. Beni yasak yayın bulundurduğum yani evimdeki kitaplar nedeniyle, okuma yazmayı seven bir insan olarak, devrimci bir insan olarak yasak yayın bulundurduğum gerekçesiyle ve yasak yayın bulundurmaktan açılan dava gerekçesiyle İzmir Emniyet Müdürlüğü'nün, Çankaya'daki binasına götürdüler. O zaman SSK'da çalışıyordum ve Gazetecilik yüksek okulunda okuyordum, 3. sınıfa geçmiştim. 65 gün dövdüler, 65 gün bana siyasi örgüt dayatması yaptılar. Bana orada dayak yediğim süre içinde başkaları hakkında ifade verdirtmeye çalıştılar. Kağıt imzalatmaya, ifade imzalatmaya çalıştılar. Birilerini karalayan ve kendimi de kabul eden bir ifade imzalatmaya çalıştılar, imzalamadım. 

"EŞİMİ DE ALDILAR VE BENİ EŞİMLE TEHDİT ETTİLER"

Hücremdeyken en büyük sıkıntıyı şurada yaşadım; eşimi de almışlardı 10 gün kadar ve beni hep eşimle tehdit ediyorlardı. Alçakça ve kötü söylemlerle... Ona da işkence yapacaklarını ve benim gözümün önünde yapacaklarını söylüyorlardı. 

"ÇELİK DOLABA KAPATIYORLARDI, ASKIYA ASIYORLARDI"

Çelik dolaplar vardı orada, insanları çelik dolaba kapatırlardı. Ben asansörde ve kapalı yerde kalma fobisini uzun süre atlatamadım. Çünkü çelik dolapta çok uzun süre kaldım. Askıya asıyorlardı, benim boyum uzun olduğu için askı çok sorun yaratmıyordu, kolum uyuşuyordu ama kısa boylu arkadaşlarımız için kol tamamen işlevsiz hale geliyordu. Gözaltı süresini 90 güne yükselmişlerdi, hatta 90 gün süresini uzatarak, 120 gün boyunca işkence gören arkadaşlarımız, kardeşlerimiz oldu. Sakat kalanlar oldu çok sayıda. 

"7. KAT İŞKENCE HANEYDİ"

O binanın 7. katı ve zemin katı işkencehaneydi. 7. katında korkunç sesler duyardınız işkenceye alınanlardan ve 35 -40 kişi 20 metrekare bir alanda kalıyorduk. Nöbetleşe uyuyorduk, yarısı yatıyorsa yarısı ayakta. Hücre kalabalıklaşıp azalıyordu. 

"İÇ DONUMA NOT SAKLAYARAK EŞİME ULAŞTIRDIM"

Bitlenmiştik, vücut biti ve saç bitinin ayrı olduğunu ben orada öğrenmiştim. Bembeyaz bit vücutta, simsiyah bit saçta oluyordu. Bitli olduğumuz için eşyalarımızı polis pek kontrol etmiyordu. Eşime gelen tehdit üzerine küçük bir sigara kağıdı parçasına "Seni tekrar alacaklar, kaç" diye bir ufacık not yazdım. Jelatinle katladım, iç donuma soktum ve öyle ulaştırdım. Leğende çamaşırı yıkarken, bitlerden arındırırken kağıdı bulmuş eşim ve İzmir'den ayrılmış. 

"3 YIL SONRA BERAAT ETTİM"

O binada çok kötü anım var. İyi anım da şu; hafta sonu pide gelirdi, diğer günler zeytin, ekmek ve yoğurt yerdik. Yoğurttan dolayı bembeyaz olmuştu yüzümüz. Çok kötü anılarım var. Aydın Erten ağabeyim, eski Gültepe Belediye Başkanı, onunla aynı hücredeydik. İşkenceden sonra bizi zıplatan, ayaklarımızın şişmesini, patlamasını önlemek için ayaklarımızı betona vurdururdu. Yardımcı olurdu. Hala görüştüğüm çok sayıda arkadaşım var. Yasak yayın bulundurmak suçundan Atila Sertel olarak 3 sene sonra beraat ettim. Faşist generallerin, cuntacıların 650 bin genci işkenceden geçirdiği ve Türkiye'de çok ağır işler yaptığını biliyorum. 

"GÖZÜMÜ BUDAKTAN ESİRGEMEM"

Dayanmayı ve direnmeyi öğrendim. Üzerime istedikleri kadar gelsinler, direnci hayat felsefesi yaptım. İsterlerse 10 kişi sabahtan akşama kadar dövebilir beni. Dayağa dayanıklı olduğumu öğrendim, gözümü budaktan esirgemem. Ben zaten ölmüştüm, ondan sonraki hayat bana Allah tarafından tekrar verildi. 

"ÖLDÜ SANIP HASTANEYE GÖTÜRMÜŞLER"

Beni 13 Nisan 1981 günü aldılar, 10 Haziran günü beni o kadar çok dövmüşler ki, öldü diye şimdiki il sağlık müdürlüğü o zaman devlet hastanesiydi, oraya götürmüşler. Ben gözlerimi açtığımda bir kadın doktor vardı karşımda, yakasında ismi yazıyordu. Ona, "Sizin isminizi, soy isminizi aldım, şimdi beni hücreye götürecekler, ölümümden siz de sorumlu olacaksınız" dedim. Ondan sonra bana 4 - 5 gün daha dokunmadılar. Sonra beni diğer arkadaşlarımla birlikte askeri hastaneye götürdüler. Askeri Hastaneden Narlıdere'deki askerlerin götürüldüğü bir yere götürdüler, tedavi ettiler, ayaklarımızı, vücudumuzdaki izleri tedavi ettiler. Çünkü falakadan dolayı ayaklarımız defalarca patladı, şişti, patladı. Sonra 2 No.lu sıkı yönetim mahkemesine çıkardılar, hakim bizi tutukladı, 3,5 ay kadar da Buca Cezaevi'nde kaldım. 

"İŞKENCECİLERİMİ YILLAR SONRA KUMAR OYNARLARKEN GÖRDÜM"

İşkencecilerin seslerini tanıyorum. Altınyunus'ta kumarhane vardı, kol çekiyorlardı. Rahmetli İsmail Sivri döneminde cemiyet (Gazeteciler Cemiyeti) programını Altınyunus'ta yapıyordu. Biz de oraya gitmiştik. Orada bana işkence yapanlardan, seslerini çok iyi tanıdığım 2 kişinin sesini duydum. Döndüm baktım, polisler... Kumar oynamaya gelmişlerdi, kol çekiyorlardı. 

"ÜLKÜCÜLER DE SOLCULAR İŞKENCEYE MARUZ KALDI"

12 Eylül döneminde devrimciler ve ülkücüler her 2 kesim de ciddi işkencelere ve idamlara maruz kaldılar. Kenan Evren denilen aklı evvel, o faşist cuntacı "1 sağdan 1 soldan asıyoruz" diyerek, insanları idama götürdü ve astı. O dönemde ülkücülerin de, devrimcilerin de Türkiye'yi daha güzel yönetilir hale getirmek, bağımsız hale getirmek, Amerikan emperyalizminden kurtarmaktı amacı. Her 2 kesim de çekti. 

"SİNAN'IN ÖLDÜRÜLMESİ SİYASETTE ELİ KANLI KATİLLERİN TEKRAR DEVREYE GİRDİĞİNİ GÖSTERİYOR"

Sinan (Ateş) kardeşimin öldürülmesi Türkiye'de siyasi cinayetler açısından uzunca süredir olmayan, olmamasını istediğimiz, çok üzücü bir cinayet olarak gerçekleştirildi. Bu kardeşimiz Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapmış, Devlet Bahçeli'nin çok yakınında bulunmuş, uzun süre ülkücü camiaya, harekete hizmet etmiş bir kardeşimiz. Akademisyen, evli, 2 çocuğu var. Ölümü hiç hak etmediğini söylemek istiyorum. İnsanların siyasi düşünceleri farklı olabilir. Siyasi düşünceleri nedeniyle, bir başka yöne de dönebilir, çevrilebilir. Bunun cezalandırılması, o kişinin öldürülmesi çok üzücü olduğu gibi siyasette eli kanlı katillerin tekrar devreye girdiğinin de göstergesi olarak ortaya çıkıyor. 

"SİYASİ CİNAYETLERDE AMAÇ TOPLUMU KORKUTMAK, BASTIRMAK"

Biz bunu gençliğimizde çok yaşadık. Hemen her gün, birkaç siyasi cinayet olurdu ve Türkiye bundan çok çekti. 90'lı yıllarda da gazeteciler öldürüldü. Uğur Mumcu'lar, Çetin Emeç'ler, Bahriye Üçok'lar, eski Kültür Bakanımız Ahmet Taner Kışlalı... Bütün bu cinayetlerin ardında yatan sebep toplumu ürkütmek, sindirmek, bastırmak ve korkutmaktı... 

"CİNAYETİN TAKİBİNİ YAPIYORUZ"

Şimdi de Ülkücü camianın önde gelen ismine yapılan bu cinayet saldırısının arkasındaki karanlık güçler ortaya çıkarılmalı, aydınlatılmalı bu cinayet. Karanlıkta kalmamalı. Genel Başkanımız da bu konuda çok duyarlı, fakat ailenin bu konuda "Konuşmayın, soru önergesi vermeyin" demesi üzerine, biz bu cinayetle ilgili İçişleri Bakanlığı'na ve diğer yerlere soru önergeleriyle değil Genel Başkanımız ve üst düzeyde siyaset yapan arkadaşlarımızla cinayetin takibini yapıyoruz ve yapacağız. Yapılması gereken odur.

"AYDINLATILMAZSA SİYASİ CİNAYETLER DEVAM EDER"

 Bazıları, bazı kişiler suçlanıyor ve açıkça çakarlı arabayla katiller İstanbul'dan Ankara'ya getiriliyor. Birtakım tetikçiler gözaltına alınıyor ama mesele tetikçiler değil. Tetikçiler sadece ateş ederler ve onlara verilen birtakım vaatler ve paralar vardır. Onu verenler ve bu cinayeti azmettirenler ortaya çıkarılmalıdır. Bu konuda en büyük sorumluluk önce Süleyman Soylu'ya sonra Recep Tayyip Erdoğan'a düşmektedir. Bu cinayet mutlaka aydınlatılmalıdır. Aydınlatılmazsa Türkiye'de siyasi cinayetler devam eder.