Hale Halime ERDOĞAN / GÜNDEME BAKIŞ - Yunanistan'ın Sisam Adası'nda meydana gelen depremde yıkılan Rıza Bey Apartmanında 2 evladı Lena ve Vera ile annesini ve 2 yeğenini kaybeden Deniz Yücel, aradan geçen 3 yıl içinde yaşadıklarını anlattı. Mahkeme sürecine dikkat çeken Yücel, "Çok yalnız olduğumuzu hissediyorum" dedi.
"KOŞAN İNSANLARIN ARDINDAN BÜYÜK BİR TOZ BULUTU GELİYORDU"
Depremin meydana geldiği günü gözyaşlarıyla aktaran Yücel, "Deprem olduğu anda ben işyerimdeydim, eşimin de okuldan çıkıp eve gireceği saatlerdi. Önce küçük bir sarsıntı hissettik, ben soğukkanlılığımı korudum ama diğer personel arkadaşlarım çığlık çığlığa kapıya yöneldi. Daha sonra deprem sertleşti ve daha çok sarsılmaya başladık. Biz müdür yardımcılarımızla birlikte binadaki personeli tahliye edip, aşağı indirdikten sonra ben, 'Eve gidiyorum, çocuklar korkmuşlardır' dedim ve eve doğru koşmaya başladım. Bu arada insanlar da bana doğru koşuyordu, koşan insanların da arkasından büyük bir toz bulutu geliyordu. Filmlerde resmedilebilecek bir görüntüydü" dedi.
"APARTMANIN ÖNÜNE GELDİK, ORTADA BİNA YOKTU"
Yücel, çocukları ve annesinin olduğu binanın yerle bir olduğunu kaydederek, "İnsanların bana doğru koşmasını anlıyordum ama arkadan gelen toz bulutuna anlam verememiştim. Evimin olduğu binanın önüne geldiğimde, Emrah Apartmanına, apartmanın tuzla buz olduğunu gördüm. Eşimle karşılaştık ve 'Çocuklar korkmuştur' dedik. Çünkü biraz ileride kardeşimin oturduğu Rıza Bey apartmanı vardı. Annem orada çocuklara bakıyordu. Kovid nedeniyle büyük çocuklar da okulda değil, o evdeydi. Koşa koşa Rıza Bey apartmanına geldik ve o binada ortada yoktu. Çocuklarımızdan ve annemden haber almaya çalıştık. Parktalar mıydı diye... O saat, normalde parkta oldukları saatti ancak çocuklar acıkmış ve annem o gün çocuklarla birlikte eve erken dönmüş, içeriye girmişler ve 15 dakika sonra depreme yakalanmışlar" ifadelerini kullandı.
"3 GÜN SONRA CENAZELERİMİZ ÇIKTI"
Yücel, 30 Ekim günü ve ardından yaşananları şöyle aktardı:
Ben akşama kadar bu olanların gerçek olduğuna inanamadım. Umutsuzca enkazın üzerine çıktık. Çabaladık... Sonra ekipler gelmeye başladı, siren seslerini duymaya başladık. 3 gün orada gece gündüz bekledik. Sonra cenazelerimiz çıktı ve defnettik. Her gün o günü tekrar yaşıyoruz.
"TAPUYA ŞERH KONMAMIŞ"
Depremden sonraki süreçte Bayraklı Belediyesi eski başkanının 'Binaların zaten raporu vardı' diyerek, Rıza Bey Apartmanı ile ilgili raporları yayınladığını duyduk. O raporun çıktısını aldık ve gerçek mi diye araştırdık. Çünkü inanamadık. O rapor 2012 yılında düzenlenmişti, biz binayı 2013 yılında almıştık. Ben tapu memuruyum. İmar Kanununa göre bir binanın riskli olduğu tespit edilirse, belediye orayı mühürlemek, izale edilene kadar da tapuya şerh koymak zorundadır. 2012 yılında bu rapor düzenlendiyse, bizim 2013 yılında o binadan daire alamamamız gerekirdi. Çünkü tapuya şerh konur.
"RAPOR OLSAYDI TAPUDA ŞERH OLACAKTI"
Biz memuruz, daireyi krediyle aldık. Banka eksper gönderiyor, eksper gidip belediyede binanın dosyasına bakıyor. Tapudaki dosyasına bakıyor. Herhangi bir olumsuzluk görürse de bunu rapor ediyor. Krediye uygudur / uygun değildir diyor. Bu raporu görse eksper, krediye uygun değildir diyecek ve biz istesek de binayı zaten alamayacağız.
"KOLON VE KRİŞLERİN ARASINI DOLDURUP BOYAMIŞLAR"
2004'te Manisa'da meydana gelen küçük depremlerde bu bina patlamış ve çatlamış. Kocaeli merkezli bir firma bulunmuş, o firma gelip binaya bakmış ve 100'ün üzerinde kolon ve kirişiniz hasarlı demiş. Kat malikleri de daire başına para toplayarak, kolon ve kirişlerine belediyeden izinsiz şekilde yarıkların aralarını doldurtup, üzerlerini boyamışlar. Adamların ifadesinde, apartman yönetimine de belge verdikleri var. Mahkemede 'Neden belediyeden izin almadınız' denildiğinde yaptıkları savunmada ise firma, esaslı bir işlem yapmadığını söylüyor. Makyaj niteliğinde bir işlem yaptıklarını söylüyorlar ama yazılı olarak oturulabileceğini de söylüyorlar. Ancak mahkeme bu konunun üzerine gitmiyor. Binanın kolon ve kirişlerine izinsiz olarak müdahale edilemez.
"RİSKLİ RAPORUNDAN SONRA KAT MALİKLERİ TOPLANTI YAPMIYOR"
Biz daha sonra öğrendik ki; 2004'teki kat malikleri bu işi bizzat yapmışlar ve işin farkındalar. 2012'de de imar durumunu öğrenmek için Bayraklı Belediyesi'ne dilekçe verdiklerinde, belediye binayı kontrole geliyor, 'Sizin beton kaliteniz düşük, kolon ve kirişler açıklık var, zaten zemininiz uygun değil' diyorlar. En yüksek derecede riskli olduğuna ilişkin rapor veriyorlar. O rapordan sonra kat malikleri ne toplantı ne de bununla ilgili herhangi bir şey yapıyorlar.
TUTUKLU SANIK KALMADI
O raporu veren İmar Müdürü geldi mahkemeye. 'Biz orada bir tavsiye kararı verdik, biz toplum yararına sosyal proje yapıyorduk orada' dedi. Siz belediyesiniz, herhangi birisi değilsiniz, binanın bizzat riskli olduğunu tespit ediyorsunuz, bunu tebliğ ettik bizim işimiz bitti diyorsunuz. Kanunlara aykırı bu! Şu anda tutuklu sanık kalmadı.
"ÖNCE 'HESAP VERECEĞİZ' DEDİ, SONRA TAVIR DEĞİŞTİRDİ"
Şu anda yargıda 3 yıldır devam eden bu davada, 'Bu sanıklar yalan söylüyor' dediğimde, hakim, 'Sanığın yalan söyleme hakkı var' dedi. Sayra ve Çınar'ın babası Alican Bey, depremin ardından bize gelip, 'Bizim hatalarımız var, hesabını vereceğiz' demişti ama daha sonra tavır değiştirdiğini gördük. Bir anda işler değişti ve orada bizimle birlikte çocuklarını kaybetmiş bir insan, bizim yanımızda olması gerekirken, şu an diğer sanıklarla işbirliği yapan bir hasım haline geldi. Çok ilginç!
"MAHKEME BİLE DAVADAN ÇEKİLMEK İSTİYOR"
Mahkeme bile davadan çekilme talebinde bulundu, bir üst mahkeme çekilemezsin dedi ve çekilemediler. Bu dava sürecinde bizim en çok hissettiğimiz yalnızlık duygusu. Biz yalnız kaldığımızı hissediyoruz. Burada 36 kişi öldü, 10'u çocuktu, 4'ü bizim çocuğumuzdu. Davayı takip edenler ise sadece biz ve diş hekimliğinde kızlarını kaybeden 1 kişi. Bu kadar! 36 kişinin acısını hisseden 3'er kişi olsa, müşteki olarak 90 kişinin bulunması gerekirken, davayı takip eden sadece bizleriz.
"ENKAZ KAĞIT GİBİYDİ"
Deprem davasına sanıklar ve sanık avukatları 'Allah'ın takdiri' diyor. Alanda 1 tane bina yıkılıyor ve çevresindeki binalar ayakta duruyor. Bu normal mi! Normal olmayan durumun sorgulanması lazım. Biz enkazdaydık 3 gün, alıyorduk bir parçayı, kağıt gibiydi, dokunduğunuz yer un ufak oluyordu. Bunun farkında olan kat malikleri, bunu tespit eden belediye, davayı takip eden 3 aile, ne karar vereceğini bilemeyen 'Ben bu davaya karışmayayım' haleti ruhiyesinde bir mahkeme heyeti var.
"DAVA EMSAL TEŞKİL EDECEK"
4 Şubat'ta biz son duruşmayı yaptık, 6 Şubat'ta 11 ilde deprem oldu. Mahkeme heyeti de kaçtı. Şu anda delilleri toplanmış, soruşturma aşamasından kovuşturma aşamasına geçmiş, tüm vasıflarıyla depremdeki ihmallerin hemen hepsini barındıran bir dava süreci var. Bu davanın bir özelliği de şu anda Türkiye'deki tek deprem davası olması. Bu özellikten dolayı da kimse elini taşın altına koymak istemiyor. 6 Şubat depreminin ardından 4 bin dava açılmış, daha da açılacak, bu dava o davalara emsal teşkil edecek. Mahkemenin bence korktuğu nokta burası. Türlü bahanelerle davadan çekilmek istiyorlar.
"ÇOCUĞUMUZUN İSMİNİ PARKA VERMEDİLER"
Rıza Bey Apartmanının önünde yana doğru çıkan bir sokak var, kardeşimin eşi İBB Başkanı Tunç Soyer'e, 'Çocuğumun ismini bu sokağa ver' diyor. Soyer de not aldırıyor ve hala ortada yok Soyer. Adını bile vermeyi çok görüyorlar. Neden, çünkü biz belediyeyi de şikayet etmişiz. O zaman senin çocuğunun adını koymuyorlar. Atatürk Mahallesi'nde birçok çocuğun ismi parka, sokağa verildi. Çünkü onların anneleri kanatsız melek edasıyla soyal projeler oluşturup, oralarda dolaşıp, davaya dahil olmuyorlar. Çocuğu ölen anneler, mahkemeye gelmiyorlar ve çocuklarının ismi parklara veriliyor. Bizimki verilmez, istemiyorum da bu saatten sonra zaten.
"AĞLAMA KRİZLERİYLE YAŞIYORUZ"
Biz her an için gözleri yaşlı, psikolojisi bozuk tipler olarak dolaşıyoruz. Şu parka geliyoruz, önceden giremiyordum bu parka. Buradaki parklara çocuklarımızla geliyorduk çünkü... Anılardan, mekanlardan kaçıyoruz. Yoksa perişan oluyorum. İşyerimde ilaçlarımı alıyorum, birden bir ses, bir video alıp beni başka yere götürüyor. Bir köşeye gidiyorum ve ağlamaya başlıyorum. Ağlama krizleriyle yaşıyoruz.
"KENDİMİZİ SAĞLIKLI GÖRMÜYORUZ"
Tekrar çocuk sahip olma meselesi ilk etapta kafamızdan geçti ama biz kendimizi avutmak için bir çocuk yapacağız ve ona hep ölen çocuklarımızın kıyasıyla bakacağız. Bu kendimiz için bencil olur diye düşündüm, öyle bir psikoloji ki acaba o çocuğa haksızlık eder miyim diye girdaplar yaşadım. Eşim istemişti, ben istememiştim. 1 sene geçtikten sonra, 'İstiyoruz' dediğimizde de, eşimde tiroit problemleri çıktı. Eşimin hamile kalması, çocuk doğurması riskli hale gelmişti ve doktorlar tıbbi olarak yasakladı. O sürece de giremedik. Artık kendimizi sağlıklı görmüyoruz. Şimdi anne ve babalara bakıyoruz ve ne kadar şanslı olduklarını düşünüyoruz.
"MAHKEME SÜRECİNDE ADALETSİZLİĞİ İLİKLERİME KADAR YAŞIYORUM"
Benim acımı artık hiçbir şey dindiremez. Bu apartmanın yıkımına neden olan 16 kişi için, şu anda mevzuatımızda idam olsa, 16 darağacı kursalar, bana da 'Deniz al hepsinin ipini sen çek' deseler, çektim. Yüreğimi soğutacak bir şey yok ki! Bütün onların mal varlıklarını bana devretseler; çok absürt örnekler veriyorum; benim 'Şunu da çocuğuma bırakayım' diyeceğim bir çocuğum kalmadı ki ortada. O adamları assalar da, tüm mal varlıklarına el konulsa da yüreğimizin soğumayacağını iyi biliyoruz. Ancak mesele; şu anda devam eden davanın Türkiye'ye emsal olması için, sorumluların en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum. Biz bunu toplum için istiyoruz, kendimiz için istediğimiz bir şey yok. Bu acılar bir daha yaşamamalı. Bu toplum adalet duygusunu yeniden kazanabilmeli. Ben adaletsizliği mahkeme sürecinde tüm iliklerime kadar yaşıyorum. Bu konuda çok yalnız kaldığımızı hissediyorum.