Bir süredir ülkemizde Türkiye Ekonomi Modeli olarak adı konulan üretim odaklı ihracatı önceleyen bir ekonomi politikası uygulandığı belirtiliyor. Bu model ile ülkemizin ihracatını artırırken, cari fazla vererek büyümesini sürdüreceği iddia ediliyor. Bunun için de tüm dünyada faizler sabit tutulup, artırılırken Türkiye’de ise faiz indirimleri tüm hızıyla sürüyor. ‘Faizler inecek, yatırımlar yapılacak, istihdam ve ihracat artacak’ deniyor. Faizler yüzde 14’e kadar indiriliyor ama sonuç değişmiyor Hazine yüzde 23’lerden borçlanıyor, vatandaş yüzde 20’nin üzerindeki faizlerle kredi kullanıyor. Yani ‘faizi düşürdüm’ demekle düşmüyor. Buna mukabil döviz de alıp başını gidiyor. Dünyada bu kadar kısa sürede kendi parasının değerini düşüren tek ülke olarak tarihe geçtik. 

Dolarla maaş almıyoruz ama…

Döviz artınca ithalat cenneti olan ülkemizde makarnadan, cep telefonuna, benzinden saç tokasına kadar her şeyin de fiyatı artıyor. Enflasyon hızla yükseliyor. Yüzde 50 gibi rekor artış yapılan asgari ücret ise şimdiden erimiş durumda. Yıl başında 384 dolar olan asgari ücret yeni rekor artış ile birlikte yazıyı yazdığım sırada 258 dolar seviyesine gerilemişti. Vatandaşlar dolar ile maaş almasa da ülkede her şey dolara endeksli olduğu için, elimize geçen parayı dolarla mukayese etmeme gibi bir lüksümüz ne yazık ki yok.  Avrupa’nın Çin’i hedefi konulan Türkiye ne yazık ki asgari ücrette Çin’in bile çok gerisine düşmüş durumda. 

Kimse ne olacağını bilmiyor

Piyasalardaki sürekli fiyat artışından dolayı kimse mal tedarik edemiyor. Bulanlarda saatlik fiyat artışları ile bulabildikleri ürünler için şükrediyorlar. Markete, pazara giden vatandaşlar ise sürekli değişen etiketler karşısında neye uğradığını şaşırmış durumdalar. Bazı siyasetçilerin söylediği gibi mecburen porsiyonlarını azaltarak hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Merkez Bankası’nın negatif net rezervlere rağmen sürekli satım yapmasına rağmen dövizin ateşi durdurulamıyor. Bazı ekonomistler doların 24 TL’ye çıkacağı öngörüsünde bulunuyorlar. Tabi bu koşullarda bu öngörünün tutmaması da mümkün görünmüyor. Dolar 10 TL olacak diyen ekonomistlerin yargı karşısına çıktığı bir ülkede, bundan sonra ne olacağını ise tam bir muamma. 

Sesler yükselmeye başladı

İşte tam böyle bir ortamda. Bugüne kadar seslerini pek duymadığımız TOBB ve İSO kurumların da artık seslerini duymaya başladık. Demek ki artık bıçağın kemiğe dayandığını, artık sessiz kalınmayacağını onlarda anlamış durumdalar. Zaten TÜSİAD ve TÜRKONFED gibi kurumlar ekonomi ile ilgili sıkıntıları daha önce birçok kez gündeme getirmişlerdi. Bugün gelinen noktada İzmir’de de İZTO, EBSO, ESİAD, İZSİAD gibi iş dünyasını temsil eden kurumlarda özetle “Piyasalarda yaşanan çalkantı ve döviz kurlarının geldiği seviye birçok firmamızı endişelendiriyor ve olumsuz etkiliyor. Piyasaların ivedilikle istikrara kavuşmasını sağlayacak acil önlemler alınmasını ve öngörülebilirliğin temin edilmesini bekliyoruz" yönünde açıklama yaptılar.

“Amaçlanan sonuçlara ulaşılamayacak”

TÜSİAD ise açıklamasında uygulanan ekonomik modelin amacına ulaşmadığına dikkat çekerek, “Son dönemde yaşadığımız istikrarsızlıklar sonucunda, denenmekte olan ekonomi programıyla amaçlanan sonuçlara erişilemeyeceği netleşmiştir. Genel kabul görmüş iktisat bilimi kurallarına hızla dönülmeli" dedi. 

Her şey değersizleşiyor 

Uygulanan bu model sadece iş dünyası için değil,  başta sabit gelirliler olmak üzere tüm kesimleri telafisi zor bir ortama sürüklüyor. Bu konuda alınması gereken acil önlemler zaman geçirilmeden alınmalı. Ülkemizde ne yazık TL ile birlikte her şeyin değersizleştiği bir dönemi yaşıyoruz. Şu anda ülkedeki bütün şirketlerimizin değeri dip seviyede. Komşu ülkelerin bile günlük alışverişlerini yaptığı bir ülkeye dönüştük. TÜİK tarafından yüzde 20’ler seviyesinde açıklanan enflasyon oranı olmasına rağmen asgari ücretin yüzde 50 artırılması kafalardaki soru işaretlerini artırırken, popülist ve sonrasını düşünülmeden verilen kararların işsizliğin artması başta olmak üzere bir çok yeni soruna neden olacağı da görülüyor.

Halka sormak lazım 

Bu noktada artık uygulanan ekonomi modelinde ısrar etmek yerine, aklın ve bilimin öngördüklerini yapmaktan başka şansımız yok. Eğer bunları yapabilecek bir irade yok ise ülkenin çok kısa süre içinde seçime giderek, halkın ülkeyi daha iyi yöneteceğine inandığı yöneticileri seçmesine olanak tanımalı. Ülkenin her yerinde bu kadar sorun var iken, Türk savunma sanayisinin en önemli ve en stratejik şirketlerinden olan Aselsan’ın bile Katar’a satılması gündemdeki yerini korurken, artık bazı şeyleri de halka sormanın zamanı gelmiştir diye düşünüyorum. Hiçbir demokratik ülkede ‘bir deney yapıyoruz, ya hep birlikte batacağız, ya da hep birlikte çıkacağız” söylemleri ile yol alınamaz. Hep birlikte batabilme riski olan bir yola girilmiş ise batacak olan halkın da önüne sandığı koyarak batmak isteyip istemediğini de bir zahmet kendilerine sormak gerekiyor.