GÜNDEME BAKIŞ – İzmir Büyükşehir Belediye meclisin önemli bir kararın altına imza atarak evlerini dönüştürmek isteyen vatandaşların herhangi bir hak kaybı yaşamamı için imar planlarında değişikliğe gitmişti. Şehir Plancıları İzmir Şubesi bu değişikliği mahkemeye taşımış. Bu itiraz vatandaşların tepkisini çekmişti. Odadan konuyla ilgili geniş bir açıklama yapıldı. Açıklama, kafalardaki sorulara yanıt verildi.

İŞTE O AÇIKLAMA!

Deprem sonrası yıkılan veya hasar gören ruhsatlı binalarda sorumluluk kime aittir?

Ülkemiz deprem kuşağındadır. Ancak,  Dünya’da depremlerin yoğun yaşandığı tek ülke Türkiye değildir. Ülkemiz, diğer deprem ülkelerinden farklı olarak önceki depremlerden ders almayan, aynı ölçekte can ve mal kaybı yaşayan, bu can ve mal kayıplarını önlemek için etkin ve yeterli bir  sistem geliştirmeyen ve şehircilik faaliyetlerini bu sistemi de gözeterek yürütmeyen bir konumdadır.  Depremin yarattığı can ve mal kayıpları esasen önlenebilir veya azaltılabilir. Bu da devletin şehircilik faaliyetlerini deprem riskini göz önünde bulundurarak planlı şekilde yürütmesi, binaların yer seçimi, üretiminde, kullanımında ve denetimi hususunda aktif rol almasıyla mümkündür. Bu sayede vatandaşlar da kamu idaresi denetimine güvenerek sağlıklı ve yaşanabilir kentte yaşamını sürdüreceklerdir. Bu hususta kamu idaresi birinci dereceden sorumludur.

Deprem Nedeniyle Evi Yıkılan Veya Hasar Gören Yurttaşlarımız Yeniden Borçlandırılmalı Mıdır?

İlgili kurumlardan tüm izinleri alarak inşa edilmiş binalarında ikamet ederken, depremden etkilenen tüm  vatandaşlarımızın uğradıkları can ve mal kayıplarından esas sorumlu kamu idaresidir. İdarece tüm yasa ve yönetmeliklere uygun inşa edildiği belirtilen ve ilgili kurumlar tarafından ruhsatlandırılan binalarda yaşanan her türlü hasarın kamu idaresi tarafından karşılanması gerekmektedir. Söz konusu “usul ve esaslar” ile idare, bu sorumluluğu üzerinden atmakta, afetin zararlarını kentin sakinlerine tazmin ettirmeye yönelmektedir. Kaldı ki, sağlıklı bir kentte yaşama ihtimali feda edildiği halde, bahse konu “usul ve esaslar” afetin yaralarını saramayacaktır. Afetzedelerin mağduriyetlerinin giderilmesi arka planda bırakılarak, ekonomik olarak ciddi kayıplar yaşamış afetzedeler, tartışmaya konu “usul ve esaslar” neticesinde alandan daha fazla kâr elde etmeye yönelen müteahhitlik firmaları ile başbaşa kalacaktır. Neticede, eşitsizliği artırıcı ve mağduriyetlerin derinleştiği bir tablo ortaya çıkması oldukça muhtemeldir. Bütün yurttaşların yaşadığı mağduriyetleri gidermeyen bilimsel ve teknik bir araştırmaya dayanmayan tamamen günü kurtarmaya dönük siyasi bir kararın karşısında meslek odası olarak sessiz kalmamız sahip olduğumuz bilgi birikimi ve topluma karşı olan sorumluluğumuza  aykırı olmaz mı?

İzmir’in 30 ilçesi aynı “usul ve esaslar” ile dönüşebilir mi? Depremde başta Bayraklı ilçesi ile beraber bir kaç ilçe daha ağır hasar görmüşken diğer ilçelerin de aynı kefeye konulması doğru bir işlem midir?

Deprem sonrası oluşan tablo dikkate alındığında İzmir’de; kent planlamasının önemsenmesi, özellikle kent merkezlerinde belirli nüfus ve yapı yoğunluk değerlerinin aşılmaması, ulaşım altyapısının yeniden ele alınması gerektiği, deprem sonrası toplanma alanlarının yetersiz olduğu, sağlıklı ve güvenli konut hakkının her yurttaşın temel hakkı olduğu, yaşanacak depremlerde “imar barışı” nedeniyle çok daha ağır bir tablonun oluşabileceği dikkate alındığında, idarelerin sorumluluklarını yeniden hatırlamaları zorunludur. Söz konusu sorumluluklarda önemli bir paya sahip İzmir Büyükşehir Belediyesi ve/veya Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın deprem sonrasında şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararını odağına alarak başta Bayraklı ilçesi olmak üzere İzmir kentine müdahale etmesi gerekirken; İzmir Büyükşehir Belediyesince  kapsamlı bir bilimsel çalışma yapılmadan 30 ilçenin de aynı planlama süreçlerine, ekonomik, fiziksel ve coğrafi özelliklere sahip olduğu kabulüyle, mevcut plan kararları ve imar mevzuatına aykırı olacak şekilde hazırlanan “usul ve esaslar”, Belediye Meclisinin 01.03.2021 tarihli ve 05.196 sayılı kararıyla  onaylanarak yürürlüğe girmiştir.

Tartışmaya konu “usul ve esaslar” sadece rantın yüksek olduğu bölgeler ile borçlanmayı göze alabilecek vatandaşlarımız için “çözüm” olacaktır. Bu görünüşte “çözüm”, depremzede vatandaşlara değil, idarelerin sorumlu oldukları zararların tazmini yükümlülüğünden sıyrılmalarına hizmet eder. Zaten yıllardır çalışarak biriktirdiği birikim üzerine borç olarak edindiği konutun borcunu öderken hiçbir sorumluluğunuz bulunmadığı halde bir daha borçlanmanızı kabul etmek sizlere haksızlık değil mi? Rantı düşük ve ekonomik açıdan yoksul olan bölgelerde yaşayan vatandaşların aynı hasarlı yapılarda bir sonraki depremi beklemelerine  meslek odası olarak sessiz mi kalalım?  Anayasamızda da belirtildiği üzere bütün vatandaşların eşit bir şekilde faydalanacağı çözümler üretilmesini talep etmek gerekmez mi? İdari davaların amacı, idari işlemlerin mevzuata ve hukuka uygunluk yönünden yargısal olarak denetlenmesidir. Bir idari işlem dava konusu edilse dahi hukuka ve kamu yararına uygunsa iptal olmaz; aksine hukuka uygunluğu tespit edilir. Bu doğrultuda, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından alınan kararın hukuka uygun olması halinde zaten iptal edilmeyeceği de herkesin malumudur.

Vatandaşlarımızı Bir Felaketten “Kurtarırken” Başka Felaketlerle Baş Başa Bırakılmasına Meslek Odası Olarak Sessiz Kalmamız Mümkün Mü?

İzmir; hatalı planlama süreçleri, imar afları vb. gerekçeler dikkate alındığında yapı yoğunluğunun oldukça yüksek olduğu, sosyal ve teknik altyapı alanlarının ise yetersiz olduğu kentsel bir yapıya sahiptir. 30.10.2020 tarihinde gerçekleşen ve İzmir’de yıkıcı etkilere neden olan deprem sonrasında, konut alanları içerisinde yer alan sosyal ve teknik altyapı alanlarının(park alanları, açık pazar yerleri vb.) “toplanma alanı” olarak kullanıldığı ve hayati önemde olduğu deneyimlenmiştir. Yaşanan bu deprem, ne yazık ki bir defaya mahsus bir afet degildir. İlimizin deprem bölgesi olduğu açıktır. İzmir’in 30.10.2020 tarihli deprem ölçeğinde veya daha büyük ölçekte başka depremlerle karşılaşması her an olasıdır.  Bu nedenle sıkışık dokuya sahip kentsel alanlarda herhangi bir afet anında müdahalenin hızlı ve etkin olması için yol genişlikleri başta olmak üzere sosyal ve teknik altyapı alanlarının arttırılmasının oldukça önemli olduğu yaşadığımız bu depremle de anlaşılmıştır. Dolayısıyla afetlere dirençli kentlerin oluşturulmasında yapı güvenliğinin yanı sıra kamusal açık alanlar ve ulaşım yapısı ile birlikte kentsel fiziksel çevrenin iyileştirilmesinin zorunlu olduğu açıktır. Söz konusu “usul ve esaslar” kapsamında yapılacak uygulamalarda sosyal ve teknik altyapı alanları artırılmadan, parsel bazında yapılacak uygulamalar ile İzmir’i afetler karşısında(deprem, salgın, sel vb.) son derece kırılgan bir kentsel çevreye dönüştürülmesine sessiz kalmamız mümkün mü?

Deprem Sonrası Yoğunluk Artışı Talebi Bir Çözüm Müdür?

HAYIR. İzmir’i de etkileyen 30 Ekim tarihli Sisam – Kuşadası depremi, özellikle kent merkezlerinde, belirli nüfus ve yapı yoğunluk değerlerinin aşılmaması gerektiğini bizlere göstermiştir. İzmir; hatalı planlama süreçleri, imar afları vb. gerekçeler dikkate alındığında yapı yoğunluğunun oldukça yüksek olduğu, sosyal ve teknik altyapı alanlarının ise yetersiz olduğu kentsel bir yapıya sahiptir. Depremin etkilediği bölgede yaşanan can kaybınının az olmasının iki temel nedeni bulunmaktadır. Deprem gündüz saatinde gerçekleşmesi nedeniyle evlerde bulunan nüfusun az olması, söz konusu alanların kentin geri kalan kısmına göre planlı gelişmesi nedeniyle arama kurtarma birliklerinin hızlı müdahalesi gerçekleşmiştir. Benzer bir depremin nüfus yoğunluğu yüksek, plansız ve yoğun yapılaşmanın olduğu Konak, Karabağlar,  Buca, Karşıyaka vb. ilçeleri etkilemesi halinde, bu ilçelerdeki yoğun yapılaşma nedeniyle oldukça yüksek can kayıplarıyla sonuçlanabileceğini göstermektedir. Yatırımcısından köylüsüne, inşaat patronundan ücretli çalışanına kadar neredeyse herkes, ekonomik olarak daha yüksek bir kazanç elde edebilmek için, arsasının imara açılmasını, konutlarına ilave kat hakkı tanınmasını istemektedir. Bu yaklaşım, bir bütün olarak kentlerimizi tehdit etmekte, rant dışında bir şeyi gözü görmeyen fırsatçı sermaye için kentlere saldırma olanağı tanımaktadır. Toplumcu ve kamucu çözümler yaratılmadığı sürece vatandaşın müteahhitle baş başa bırakıldığı hiçbir “çözüm” afetler karşısında dirençli kentler oluşturamaz. Sosyal medya veya basın aracılığıyla vatandaşların mağduriyetlerinin çözümü olarak  2, 3, 4… kat taleplerine ve bu taleplerin yerel yönetimlere iletilmek üzere düzenlenen dilekçe kampanyalarına tanık olmaktayız. Söz konusu  talepler hayata geçtiğinde nasıl bir kentsel dokuya sahip olacağımızın farkında mıyız? Oluşacak bu yoğunluk nedeniyle trafikte psikolojimizin bozulacağının, yakınlarımızı hastaneye götürürken kaybedebileceğimizin, salgın dönemlerinde  Mağduriyetlerimizin artacağının farkında mıyız? Türkiye’de tamamen kar odaklı yoğunluk artışı yapılarak üretilen kimi örnekler  aşağıda yer almaktadır. Bahse konu örneklerde yaşanmış ve halen yaşanmakta olan mağduriyetler için kısa bir araştırma yapmak yeterlidir. Meslek odası olarak tüm toplumun herhangi bir sıkıntı yaşamaması için kamu kaynaklarının belli bir azınlık yerine toplumun ortak çıkarı için kullanılması gerektiğini ifade ediyoruz.

Afetler  Karşısında Dirençli Kentleri Planlamak Mümkün Mü?

Kentlerimizin plansız gelişmesi konusu  yaşanan son deprem nedeniyle meslek odamızın gündemine girmiş bir başlık değildir. Meslek odamız  kurulduğu günden bu yana kentlerimizin sağlıklı ve yaşanabilir bir şekilde planlanması ve gelişmesi için görüş, öneri, itiraz ve yargı süreçlerini işletmekte ve bu kapsamda mücadelesine devam etmektedir.  Yaşadığımız son depremden sonra başta İzmir Büyükşehir Belediyesi olmak üzere ilçe Belediyelerince düzenlenen toplantılarda konunun çözümü için önerilerimiz hem sözlü hem de yazılı olarak iletilmiştir. 27.12.2020 tarihinde ise kentlerimizde var olan sorunların çözümü için idarelere yönelik kapsamlı bir yol haritası açıklanmıştır. Tüm bu önerilerimize rağmen “çözüm” diye sunulan “usul ve esaslar”ın var olan sorunları derinleştirmekten başka bir karşılığı olmayacağını ifade ediyoruz.

Yerel Yönetimler Bu Dönüşümü Kendi Öz Kaynaklarıyla Yapabilirler Mi?

Yerel yönetimlerin ellerinde bulunan kaynak kentlerimizin içinde bulunduğu sorunları kamu yararı çerçevesinde  çözme konusunda oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Ancak yeterli değildir.  Yaşanan depremden kısa bir süre sonra Çevre Şehircilik Bakanlığı ve bağlı kuruluşu Toplu Konut İdaresi(TOKİ) tarafından yıkılan binaların olduğu alanda hiçbir bilimsel araştırmaya dayanmadan parçacı bir şekilde mevcut imar hakları 8 kattan 6 kata düşürülmüş ve inşaatlara başlanmıştır. Yapılan işlem sonucunda deprem öncesi alanda bulunan bağımsız birim(konut, ticaret vb.) büyüklükleri küçültülerek yakın sayılarda bağımsız birim  üretilmekte ve halkımız yeniden borçlandırılmaktadır. Tüm bunların yanında geçmişte felakete konu olmuş, zemin açısından sorunlu ve doğal yapısı açısından korunması gerekli Bayraklı İlçesi’nin kuzeyinde bulunan rezerv alanda, depremzedeler için üretildiği vurgulanan konutlar için yeterli analiz ve araştırmaların yapılmadığı, bu nedenle burada üretilen çok sayıda konutun hak sahipleri tarafından tercih edilmemesi halinde amacı dışında kullanılmasının olası olduğu görülmektedir. Yaşanan depreme rağmen İzmir’de halkın güncel ihtiyaçlarına yanıt vermeyen Şehir Hastaneleri, Yeni Otoyol Projesi, Çeşme Projesi, Körfez Geçişi vb. kamu kaynaklarının belli bir azınlık için kullanılmasını öngören projelerin tartışılmasını sizlerin takdirine bırakıyoruz.

Kentlerimizdeki Dönüşümü Devlet Kendi Başına Yapabilir Mi?

İdarelerce “Devletin yeterli kaynağı yok, o yüzden vatandaşın kendi başına yapacağı bir dönüşümün önünü açtık” denilmektedir. Vatandaşlarımızı fırsatçı  sermaye ile baş başa bırakan bu anlayışı hiçbir şekilde kabul etmiyoruz.  Kentlerimizin toplum ve doğa yararı dikkate alınarak planlanması mümkündür!  Sermayeye can suyu olarak sunulan büyük ölçekli kentsel projelere (çocuklarımızı dahi borçlandıran projeler) ayrılan kamu kaynakları ile kentlerimizde var olan sorunların önemli bir kısmının çözülebileceği tartışmasız bir gerçektir.

Bakanlığın 20 Kasım 2020 tespitlerine göre;

183 bağımsız bölümün yıkık, 848 bağımsız bölümün acil yıkılacak, 3550 bağımsız bölüm ağır hasarlı, 8380 bağımsız bölüm orta hasarlı binalarda olmak üzere toplam 12961 bağımsız bölümün öncelikli olarak yeniden yapımı  ve 66311 hafif hasarlı  bağımsız bölümün onarımı için gerekli mali kaynağın sadece aşağıdaki belirtilen “müşteri” garantili projelere harcanan para  ile dahi sağlanabileceği açıkça görülmektedir.

Depremzede yurttaşlarımızdan talep edildiği belirtilen daire başına ortalama 400.000 TL bedel ele alındığında; 2020 yılında Osmangazi Köprüsü ve Gebze-İstanbul Otoyolu için ödenen yaklaşık 3.250.000.000 TL garanti geçiş ücreti ile yaklaşık 8000 bağımsız bölüm, 2020 yılında İstanbul 3.Köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu için ödenen yaklaşık 2.150.000.000 TL garanti geçiş ücreti ile yaklaşık 5300 bağımsız bölüm,

2020 yılında Avrasya Tüneli için ödenen yaklaşık 391.000.000 TL  garanti geçiş ücreti ile yaklaşık 1000 bağımsız bölüm, 2020 yılında şehir hastaneleri için ödenen yaklaşık 8.700.000.000 TL kira ve hizmet bedeli ile  yaklaşık 21.000 bağımsız bölüm yeniden inşa edilebilir.  Bizler bu ülkenin yurttaşlarıyız! Söz konusu kamu kaynaklarının halkın sağlıklı ve yaşanabilir bir kent için kullanılmasını talep etmek hepimizin ortak talebi olmak zorundadır. Bu nedenle Çevre Şehircilik Bakanlığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyelerinin kentimizde yaşanan sorunlara “çözüm” olmaktan uzak uygulamalar geliştirmek yerine kamu kaynaklarının toplumun ortak çıkarı için kullanılması yönünde uygulamalar yapmasının tarihi bir sorumluluk olduğunu ifade ediyoruz.

Amacımızın; meslek odası sorumluluğu çerçevesinde, depremden zarar gören vatandaşların kayıplarının devletin sorumluluğunda gerçekçi bir şekilde giderilmesi çağrısında bulunmak ve yaşanan bu felaketten dersler çıkararak, bir sonraki depremde veya başka doğal afette muhtemel can ve mal kayıplarını önlemeye yönelik işlemler tesis edilmesini sağlamak olduğunu vurguluyoruz. Depremde zarar görmüş vatandaşlar başta olmak üzere bütün İzmirlileri yukarıda ifade edilen gerçekleri dikkate alarak geleceğimize sahip çıkmaya davet ediyoruz.