Türkiye'de en fazla nüfus yoğunluğu 24 milyon 465 bin 194 nüfus ile Marmara Bölgesi'nde. 24 milyonluk nüfusun 16 milyonu ise İstanbul'da yaşıyor. Bu yoğun nüfusun ise atıklarının çok büyük bir bölümü ise Marmara Denizi'ne akıyor. İstanbul'da 88 adet atık su arıtma tesisi bulunuyor. Bu tesisler günde 5 milyon 815 bin 910 metreküp su arıtması yapıyor. Ancak uzmanlar tesislerin tam kapasite ile çalışmadığını, suyu sadece süzülerek Marmara Denizi'ne verildiğini savunuyor. Çevre Mühendisleri Odası'nın raporuna göre İstanbul'da atık suyun sadece yüzde 70'i söz konusu işlemden geçiriliyor.

Bütün bunlara ilave olarak da İstanbul Boğazı'nın trafiği de kirliliğe tuz biber oluyor. İstanbul Boğazı'nda her gün 150 uğraksız gemi, 23 tehlikeli yük taşıyan gemi geçişi ve yaklaşık 2 milyon insanın taşındığı 2 bin 500 adet bölgesel deniz trafik hareketi yaşanıyor. Bu taşıtların bazıları organik atıklarını Marmara Denizi'ne bırakıyor.

'Su kalitesi bakımından çok iyi değil'
İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi Dekanı Meriç Albay, "Marmara Denizi etrafında 23-24 milyon insanın yaşadığı çok büyük bir havza. Türkiye nüfusunun neredeyse yüzde 30'u bu havzada yaşıyor. Buradaki büyükşehirlerin hepsi Marmara Denizi'ni etkiliyor. Marmara Denizi'ni çok uzun zamanda çok kötü kullanmışız. Fabrikalar atıklarını denize vermişler, evsel atıklar, gemi trafiğini de katmak lazım. Yıllarca kirletmişiz ve bu etki maalesef hala devam ediyor. Bu etkiyi bir anda bertaraf etmek çok mümkün değil. Hala atıklarımızı kısmen de olsa denize atmaya devam ediyoruz. Marmara Denizi su kalitesi bakımından çok iyi değil. Özellikle İzmit Körfezi'ne doğru, özellikle Değirmendere'den itibaren su kalitesi göreceli olarak geçmiş yıllara oranla daha düzeldi ama hala kötü. Büyük başarılar olması için zaman geçmesi lazım ve arıtma tesislerinin çok iyi etkin çalışması lazım" dedi.

‘Özellikle midyelerde sıkıntı olduğunu görüyoruz’
Albay, Marmara Denizi'nin kendi içinde bir dengesi olduğuna dikkat çekerek şöyle devam etti:
"Eğer biz arıtma tesislerini etkin çalıştırırsak, gemiler etkin denetlenirse, fabrikalar atıklarını artık atmamaya başlarlarsa zaman içerisinde deniz mutlaka kendini yenileyecektir. Buna şans vermek lazım. Fakat şu anda baktığımızda özellikle dipte yaşayan canlılarda, özellikle midyelerde sıkıntı olduğunu görüyoruz, ağır metal birikmeleri oluyor. Bunlar zaman zaman kontrolsüz şekilde toplanıp piyasaya sürülürse halk sağlığı bakımında sıkıntı yaratması olası.”

‘Biz denizi şu anda atık deposu olarak görüyoruz’
“Bunların ciddi bir şekilde bu havzada yaşayan insanlar tarafından anlaşılması lazım” diyen Albay, “Özetle şu anda su kalitesindeki sıkıntı etkin bir denetlemeyle, insanların sahiplenmesiyle, su yönetiminin etkin bir şekilde yapılmasıyla halledebiliriz. Dünyada bunu başaran onlarca ülke var, denizlerini koruyan, temizleyen. Sürdürülebilir hale getirebiliriz bunu ama biz denizi şu anda atık deposu olarak görüyoruz. Fabrikalar, evler, insanlar buna gözü gibi bakmıyorlar. Marmara Denizi iç denizimiz, bizim denizimiz, bize ait bir deniz. Dünyada kaç ülke böyle bir şeye sahip? Ama hor kullanmışız ve hor kullanmaya devam ediyoruz. Yıllardan beri bütün boruların ucunu Marmara Denizi'ne bağlamışız. Ciddi bir çalışma var ama bunu fırsata çeviren, hala arıtma tesisini çalıştırmayan, sisteme zarar vermeye çalışan yerler var. Bir an önce halkın sahiplenmesi ve kirleticilerden uzak bir Marmara Denizi'ni sağlamamız lazım" diye konuştu.

 ‘15-20 yılda Marmara Denizi gerçekten pırıl pırıl olabilir’
Meriç Albay, "15-20 yılda Marmara Denizi gerçekten pırıl pırıl olabilir, bunun olmaması için bir neden yok. Ama eğer biz etkin bir şekilde atıkları kontrol edemezsek, sadece gelişi güzel iki gemiye ceza yazarsak bu böyle çözülmez. Bunu bizim ciddi bir şekilde, modern tekniklerle, teknolojiyle takip edip, fabrikaya, gemiye, kim yapıyorsa bunu ceza vermek lazım. Halkı bilinçlendirmek eğitimle oluyor ama biraz da cezalarla oluyor. Değerlerimiz temiz akacak, gemilerden atık atmayacağız, fabrika atıkları verilmeyecek, evsel atıklarımızı atık tesislerinde arıtmadan denize bağlamayacağız. O zaman denizimiz 10-15 belki de 20 yılda pırıl pırıl olacak. Bunu yapabiliriz" dedi.

‘Deniz içerisindeki tek hücreli canlılar hızla üremeye başlıyor ve oksijeni tüketiyorlar’
İstanbul Çevre Mühendisleri Odası üyesi Sedat Durel ise "Marmara Denizi dünyanın en hassas denizlerinde bir tanesidir. Yaklaşık 10 bin yıl önce bir göl olan Karadeniz, çeşitli taşmalar, suyun yükselmesi ve kırılmalarla Akdeniz ile Marmara'dan birleşiyor. Buradaki dengenin oturması de geçtiğimiz 3 bin yıl öncesine kadar ancak gelebiliyor. Şu haliyle çok yakın bir zamanda oluşmuş çok hassas bir dengeden bahsediyoruz. Bir taraftan Karadeniz'den besin yüklü sular Marmara'ya hücum ediyor ve Marmara'nın 25 metre altında oksijenin tükendiği hassas bir dengeyi yaratıyor, canlılığın da pek olmadığı bir seviyede yaşamış oluyor. Marmara Denizi'ne herhangi bir dönemde fazladan herhangi bir organik yüklemesi yaparsanız, bu durumda deniz içerisindeki tek hücreli canlılar hızla üremeye başlıyorlar, oksijeni tüketiyorlar. O yüzden kıyıya vuran yeşil, pembe, kırmızı renkteki canlılar yani algler oluyor. Bu canlılar da denizdeki oksijeni tamamen tüketmeye başlıyorlar. Bunun Marmara Denizi ekosistemine olumsuz bir etkisi oluyor" ifadelerini kullandı.

‘Marmara Denizi’ni göz bebeğimiz gibi korumamız lazım’
Sedat Durel, "Bir bütün olarak Marmara Denizi'nin hassas bir ekosistemi var. Bu şekilde yaklaşılması lazım ve gözbebeğimiz gibi korumamız lazım. Tarih boyunca daima bu tür aksaklıkları çıkarmış olan bir yer. Eğer siz İstanbul'un atık sularını doğru bir arıtmadan geçirmezseniz ve bunu doğrudan Marmara'ya pompalarsanız, buradaki tek hücreli alg gibi canlıların atık sulardaki organikleri tüketirken denizin içerisindeki oksijeni de çekip almalarına sebep olur. Öldüklerinde de denizin üzerinde jel gibi bir yapı oluşturdukları için ayrıca yeniden oksijenin girmesini de engellerler" diye konuştu.

‘Sular arıtılmıyor’
Sedat Durel, "İstanbul'daki suların neredeyse çok büyük bir kısmı, ortalama yüzde 70 kadarı su hiç arıtmadan geçmiyor, diyebiliriz yani sadece ön arıtma denilen tesislerde yalnızca bir ızgaradan geçiyorlar, ondan sonra da Marmara'ya deşarj ediliyorlar. Bütün Kadıköy'ün, Beşiktaş'ın, Gaziosmanpaşa'nın, İstanbul'daki 20'den fazla ilçedeki atık suyu sadece bir süzgeçten geçirdiğinizi düşünün ve geri kalan bütün organik yüküyle ya da halk arasındaki deyimiyle pisliğiyle Marmara'ya atılıyorsa; zaten hassas olan dengesinin altüst olacağını söyleyebiliriz" dedi.

‘Marmara Denizi’nin bütününü öldürmek için bir adım atmış olursunuz’
Sedat Durel, "Çanakkale Boğazı'nın ne olduğunu biliyoruz ama İstanbul Boğazı çok daha hassas bir noktada. Çünkü doğrudan Karadeniz'den gelen suyu içerisinde barındırıyor. Eğer siz İstanbul Boğazı ve İstanbul etrafında siz kirliliği arttırırsanız aslında kapalı yapısı olan bir şeyin, Marmara Denizi'nin bütününü öldürmek için bir adım atmış olursunuz. Zaten besin değeri, oksijen değeri yüksek olan su Karadeniz'den geliyor. Marmara'nın kuzeyi demek, çok kısa zamanda Marmara'nın tamamında olan bir problemi işaret etmek demek olur" diye konuştu.

‘Bir tane ileri biyolojik arıtma tesisi kurarak böyle bir şeyle başa çıkamazsınız’
Sedat Durel, "Bir kere İstanbul'daki tüm arıtma tesislerinin, ileri biyolojik arıtma tesisi haline getirilmesi gerekiyor. Bu çok önemli olan bir şey. Sadece bir tane ileri biyolojik arıtma tesisi kurarak böyle bir şeyle başa çıkmazsınız 16 milyonluk bir şehirde. Kadıköy'deki, Baltalımanı'ndaki, Yenikapı'daki tesislerin tamamının süzme değil bir arıtma tesisi olarak hayata geçmesi gerekiyor. Ve çok sıkı bir denetimle bütün o havzaya endüstriyel deşarjların, kaçak deşarjların yapılmasının önüne geçmek gerekiyor. Eğer biz bunları yapabilirsek son dönemde olağan dışı gibi görünen ama belirli periyotlarda yaşanan lodos fırtınalarıyla birlikte bu problemlerin iyice patlamasının önüne geçmiş oluruz" dedi.