Enerji Fiyat Indeksi (IMF/FRED), Nisan 2020'de 52,7 düzeyindeyken, Ekim 2021'de 257 düzeyine fırlamış. Benzer bir "şok" finansal kriz başlarken de yaşanmış, Ocak 2007'de 136 olan indeks Temmuz 2008'de 312'ye fırlamış, sonra hızla düşerek Mart 2009'de 121'e gerilemişti. Ancak, 2008 ile 2021 arasında enerji piyasaların beklentileri açısından belirgin bir fark var.

Doğalgaz ve ham petrolün gelecek piyasalarında indeksleri 2008-2020 döneminde belli bir aralıkta dalgalanırken, 2020'den bu yana doğalgaz ve ham petrol piyasalarında fiyat artışları beklentisi egemen görünüyor. Yıl kapanırken "Enerji Krizi" konulu yorumlarda sık sık aktarılan, kimi sanayi işletmelerinde enerji tedarikinde kesintiler, kimilerinde yeni fiyatlardan dolayı üretimi kısmalar, kimi yerlerde boş süpermarket rafları, servis veremeyen petrol istasyonları, dar gelirli hanelerin kışın evlerini yeterince ısıtamayacaklarına ilişkin kaygılar, Doğal Gaz piyasalarında, özellikle İngiltere'de enerji dağıtım şirketleri sektöründe yaygın iflaslar gibi günlük yaşama ilişkin somut örnekler de bir "kriz" durumuna işaret ediyor.

ÇOK DAHA KARMAŞIK BİR DİNAMİK
1970'lerdeki iki enerji krizinin arkasında, ABD ve Avrupa'da üretim kapasitesinin sınıra dayanmış olması gibi ekonomik etkenlerin yan sıra OAPEC (petrol ihraç eden Arap ülkeleri örgütü) ambargosu (1973), İran Devrimi (1979) gibi sert jeopolitik sarsıntılar da vardı. Bu kez, sert ve istikrarsız fiyat artışlarının, tedarik sorunlarının arkasında patojenik, ekolojik, ekonomik, jeopolitik boyutlarıyla çok daha karmaşık bir dinamik var.
Patojenik boyut, Covid-19 salgınıyla ilgili. Covid-19 salgını pandemiye dönüşünce, hastalığın etkileri ve devletlerin aldıkları, kapatma, sosyal mesafe, karantina gibi önlemler hem tüketici talebini, Turizm sektörünü, perakende sektörünü olumsuz bir yönde etkiledi, enerji tüketimini aniden ve şiddetle düşürdü. İkincisi; salgın, çok uluslu şirketlerin birçok üretim platformuna ev sahipliği yapan Çin'in Vuhan kenti karantinaya alınınca ortaya çıkan durumun sergilediği gibi birçok noktada tedarik zincirlerini koparttı, üretim ve taşımacılık dolayısıyla enerji tüketimi hızla frene bastı.

Covid-19 aşıları, test sistemleri devreye girer ve sağlık sektörü son gelişmelere uyum sağlarken; hükümetler ekonomik basınca dayanamayarak önlemleri azaltmaya, tüketici talebi ve ekonomi hızla canlanmaya başladı. Enerji sektörü de bu duruma uyum göstermekte zorlanınca arz yetersiz kaldı. Ekolojik boyut ise iklim krizinin etkileriyle olduğu kadar iklim krizini önleme sürecinde fosil yakıtlardan uzaklaşma çabalarının piyasalara getirdiği belirsizliklerle de ilişkili. Sonbahar ve kış mevsiminde kimi bölgelere aniden çöken aşırı soğuklar gaza, petrole ve hatta kömüre olan talebi aniden arttırıyor.

Buna karşılık yazları aşırı sıcak hava dalgaları, soğutucu ve klima kullanımı üzerinden elektriğe olan talebi aniden ve hızla arttırıyor. Ek olarak aşırı soğuklar Avrupa'da kimi yerlerde elektrik üreten rüzgâr tribünlerinin verimliliklerini azalttı. Böyle bir soğuk dalgası ABD'nin Teksas eyaletinde, zamanında kışa hazırlayacak yatırımlar ihmal edilmiş bir dağıtım şebekesini günlerce çalışamaz konuma soktu. Asya'da, Çin'in güneyinde su baskınları sonucu bazı kömür madenlerinin verimi düştü.

İklim krizinin etkisiyle oluşan kuraklıklar, özellikle Çin'de ve Güney Amerika'da da hidroelektrik üretiminin kapasitesini ve verimini düşürdü, doğal gaza ve kömüre olan talebi arttırdı. Özetle enerji sektörü, Covid-19 denetim altına alınmaya başlarken hızla artan enerji talebini gerektiği gibi karşılayamadı.

Yukarda değindiğim ekonomik koşullara ek iki etkenden daha söz etmek gerekiyor. Bunlardan biri 1980'lerden başlayarak hızla özelleştirilen enerji sektöründe üretici ve dağıtıcı şirketlerin, sabit sermaye yatırımlarını en az da tutmaya çalışarak, öncelikle var olan sabit sermayeden en yüksek karı üretme çabası üzerinde odaklanmış olmalarıyla ilgili: Hem kapasite gereken hızla artmadı, hem de var olan alt yapı eskimeye, kırılganlaşmaya başladı.

İkincisi, yatırım bankaları, fosil yakıttan uzaklaşma sürecinin, yenilenebilir teknolojilerin gelişmesinin hızlanma olasılığını düşünerek, kapasite arttıracak krediler karşısında giderek daha az istekli davranmaya başladılar. 2000'li yıllarda iklim krizi konusu öne çıktıkça; ABD'de kaya gazı ve topraktan basınçla çıkarılan petrol alanındaki çalışan çoğu orta büyüklükteki üreticiler, kredi alabilme olasılıklarını koruma hesabıyla, fiyatları, karlılıklarını yüksek tutabilmek için kapasiteyi bilerek arttırmadılar.