Herkese merhaba.

Geçtiğimiz yazıda kaldığımız yerden devam etmeye çalışalım.

Dini ya da siyasi görüşünüz ne olursa olsun ortada bir gerçek var ki tarihin en eski dönemlerinden bu yana evlilik ve aile kavramları yaşamımızdaki en önemli kavramlardan ikisi. Ortada yine bir başka gerçek var ki bizim kafamızdaki “evlilik” dünyanın her yerinde aynı değil. Kaldı ki “evlilik” kavramı bizim toplumumuzda da tarihsel süreçte bir hayli değişime uğradı.

Birkaç örnekle açıklamaya çalışayım:

Şu an tek eşli evlilikler yaygın olsa da sadece 2 kuşak geriye yani yaklaşık 50 yıl geriye gittiğimizde çok eşli evliliğin ne kadar sık görülen bir durum olduğunu anlayabiliriz. Aynı şekilde biraz daha geriye gidersek çok eşlilikte eş sayısının da daha fazla olduğu bir dönemi de görebiliriz.

Öte yandan bizim toplumuzda ve neredeyse tüm doğu toplumlarında çok eşlilik (poligami) erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi (polijini) anlamına gelse de dünyanın pek çok yerinde örneğin eskimo kültüründe ya da bazı tibet toplumlarında bir kadın birden fazla erkekle evlenmekte (poliandri).

Kültürümüzde soy babadan geçse de (ki Osmanlı padişahlarının pek çoğunun eşi yabancı kökenli olsa da doğan çocuklar yani şehzade ve sultanlar Türk kabul ediliyordu) örneğin Yahudi kültüründe soy anneden geçer. Bir Yahudi kadın, Yahudi olmayan bir erkekten bir çocuk doğuracak olursa çocuk Yahudi olur. Ancak tam tersi durumda böyle değil…

Yine aynı şekilde kadın egemen pek çok toplum dünya üzerinde varlığını sürdürüyor…

Buraya kadarki kısım, kafanızdaki evlilik şemasının tek doğru olmadığını ve dünyanın pek çok yerinde, pek çok toplumda, kültürde, dinde farklı evlilik ve aile şemaları olduğunu ortaya koymak için bir özetti.

Peki toplumuzun aile ve evlilik kavramlarına bakışını şekillendiren ana unsurlar neler?

Öncelikle işin evrimsel psikoloji kısmına biraz bakalım.

Erkek her gün milyonlarca sperm üretir ve bolca sperme sahip olması nedeniyle, içgüdüsel olarak bunları saçma eğilimine sahiptir. Bu nedenle (elbette başka etkenler de var) cinsellik odaklı hareket tarzına sahiptir.

Kadın’ın ürettiği yumurtalardan ise her ay 1 tanesi dominant olur -yani kabaca- ayda 1 kez yumurta üretir ve içgüdüsel olarak seçici eğilim gösterir.

Aklınıza şu soru gelmiş olabilir. “Ama hem tarihte hem günümüzde böyle değil. Seçici olan erkek. Bu nasıl oluyor?”

Evet,  bir önceki kısımda biyolojik / fizyolojik olanı, doğal ve olması gerekeni aktarmaya çalıştım ancak işin içine kültürel etkenler, dini etkenler ve gücü elinde tutma gibi gerçekler girdiğinde evrimsel psikoloji yerini kültürel psikolojiye bırakıyor. Yani erkek seçici olma rolünü alıyor. Bunun bir nedeni de erkeklerin savaş, zorlu iş koşulları, çeşitli şiddet olayları gibi nedenlerle ölmesi ve dünyada kadın nüfusun tarihin belirli dönemlerinde çok fazla olması, daha az olan erkek nüfusun daha değerli olmasına da neden oluyor. Bu durum yavaş yavaş tersine dönüyor. 1960’tan bu yana erkek nüfus, kadın nüfusa oranla daha fazla artıyor ve şu an dünyada erkek nüfus daha fazla…

Peki tüm bu bilgiler günümüz Türkiye’sinde evlilikleri ve ilişkileri nasıl etkiliyor?

Ülkemizde erkeklerin çalışma yaşamını ve doğal olarak parayı domine etmesi, dini ve kültürel alanda gücü elinde tutması, kamusal alanda egemenliğe sahip olması kadına karşı üstün olmasını sağlayan etkenlerin başında geliyor.

Kadın ise ev içi konularda, çocuk eğitiminde, yetiştirmede, paranın kullanılmasında daha etkin, ön planda.

Sosyal bilimler hakkında konuşurken ve yazarken göz önünde bulundurulması gereken temel şeylerden biri şudur; bir toplumsal olayın tüm aktörleri o olaya az ya da çok etki eder.

Her ne kadar erkekler bu düzenin sürmesinde asıl aktör olsa da kadınlar çocuk yetiştirirken erkek çocuklarına tolerans tanıdıkça yanlış eğitim verdikçe düzenin sürekliliğine yol açıyorlar.

Evlilikte eşitlikçi model ilişkinin kalitesini arttırdığı gibi süresini de uzatıyor. Bir cinsiyetin baskın & egemen olması istendik bir şey değil. Bu evlilik kurumuna pek çok açıdan zarar veriyor.

Evlenen bireyler, hem kendilerini hem de eşlerini evlilik içerisinde tanımlarken ve rolleri paylaşırken kendilerini sıkışmış, eş olma sorumluluğunun ağırlığından ezilmiş ve istemedikleri sorumlulukların taşımak zorunda buluyorlar. Doğal olarak romantik bir ilişki olması gereken ve sevgi alışverişi barındırması gereken evlilik, baskının yoğun olduğu bir kuruma dönüştükçe de evliliğin kalitesi düşüyor ya da boşanma gerçekleşiyor…

Haftaya kaldığımız yerden devam etmek dileğiyle…