CHP'nün süreç komisyonundaki üyelerinden, Genel Başkan Yardımcısı Murat Bakan, MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın, TBMM’de kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na sunulan rapora yönelik “süreçle ilgili yeni bir şey yok” eleştirisine yazılı bir yanıt verdi. Bakan, Yıldız’ın değerlendirmesinin raporun temel yaklaşımını ıskaladığını belirterek, söz konusu metnin günlük siyasetin diliyle değil, sorunun doğru tanımına dayanan bir demokratikleşme perspektifiyle hazırlandığını vurguladı. CHP olarak komisyona sundukları raporun temel ilkesinin, “Kürt meselesinin Türkiye’de demokrasi güçlenmeden kalıcı biçimde çözülemeyeceği” olduğunu ifade eden Bakan, “Bu mesele çözülsün diye demokrasi istemiyoruz; demokrasi olmadan bu mesele çözülmez” dedi. Kürt meselesinin yalnızca bir güvenlik başlığına indirgenemeyeceğini kaydeden Bakan, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, yerel yönetimler, yargıya güven ve cezasızlık algısı gibi başlıkların sorunun ayrılmaz parçaları olduğunu belirtti.
Bakan ayrıca, MHP’nin raporunda örnek verilen ETA ve IRA gibi çatışma çözümü deneyimlerinde de silahsızlanma süreçlerinin yalnızca güvenlik tedbirleriyle değil, meşru siyaset kanallarının güçlendirilmesi, insan hakları standartlarının yükseltilmesi ve yargı reformlarıyla birlikte yürütüldüğünü söyledi. Demokrasinin bu süreçlerde çözümün kalıcılaşması için bir kaldıraç olarak kullanıldığını ifade eden Bakan, Türkiye’de demokrasiyi dışlayarak benzer bir sonuca ulaşmanın teorik ve pratik olarak mümkün olmadığını savundu.
CHP’nin, Kürt sorununun çözümü için başlatılan süreç kapsamında hazırladığı raporda ağırlıklı olarak demokratikleşme başlığında öneriler sunuldu.
CHP, diğer partilerin aksine, Kürt sorununun çözümü kapsamında başlayan sürece dair bir özel bir yasa çıkarılmasını önermedi. Raporda, silah bırakan örgüt üyelerinin geri dönüşlerine ve entegrasyonuna ilişkin yasal düzenleme önerilerine de yer verilmedi. Bu konuda Adalet Bakanlığının sorumluluğuna işaret edildi. Raporun “Kürt Sorununun Çözümü İçin Demokratik Siyaset Ortamın Oluşturulmasına Yönelik Öneriler” başlıklı bir sayfalık bölümünde şu ifadeler kullanıldı:
"Kürt Sorunu’nun demokratik çözümü kapsamında yapılacak özel ve genel hukuki düzenlemelere ilişkin CHP kendi hazırlıklarını yapmakla beraber; Adalet Bakanlığı’nın kendi çalışmalarını en kısa sürede tamamlayarak komisyona ulaştırmasını beklemektedir."
CHP’nin süreç raporu: Demokratikleşme adımları var; entegrasyon, geri dönüş yasası, umut hakkı yok
MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, bugün süreç raporunu TBMM Başkanlığı'na teslim eden CHP'yi eleştirdi. "Günlük politik söylemlerinin dışında süreçle ilgili yeni bir şey yok" diyen Yıldız, "Siyasetin sorumluluk gerektiren ciddi bir iş olduğunu unutuyoruz galiba" diye yazdı.
MHP'li Feti Yıldız'dan CHP'nin süreç raporuna: Süreçle ilgili yeni bir şey yok; siyaset, sorumluluk gerektiren ciddi bir iştir
Murat Bakan’ın MHP'li Feti Yıldız'a sosyal medya hesabı üzerinden verdiği yanıtı şöyle:
MHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Fethi Yıldız’ın raporumuza dönük “süreçle ilgili yeni bir şey yok” içerikli eleştirisini takip ettim. Bu eleştiri, aslında raporumuzun omurgasını ıskalayan bir yaklaşımı yansıtıyor. Çünkü bizim raporumuz “günlük siyasetin” diliyle yazılmış bir metin değil; sorunun doğru tanımına dayanan bir demokratikleşme perspektifidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na Cumhuriyet Halk Partisi olarak sunduğumuz rapor, açık ve net bir ilkeye dayanıyor: Kürt meselesi, Türkiye’de demokrasi güçlenmeden kalıcı biçimde çözülemez. Bu mesele çözülsün diye demokrasi istemiyoruz; demokrasi olmadan bu mesele çözülmez. Ve unutulmamalıdır: Kürt meselesinin adil ve kalıcı biçimde çözülmesi de Türkiye’ye demokrasinin yerleşmesine güçlü bir katkı sunacaktır.
Kürt meselesi yalnızca bir “güvenlik” başlığına sıkıştırılamayacak kadar çok boyutlu ve çok katmanlı bir siyasal, toplumsal meseledir. İfade ve örgütlenme özgürlüğü, yerel yönetimler, yargıya güven, cezasızlık algısı vs. Bunların bir kısmı elbette terörle mücadele çerçevesinde ele alınır. Ancak mesele bütünüyle ele alındığında, çözümün anahtarı meşru siyaset alanının genişletilmesi, hukuk devletinin gerçek anlamıyla işlemesi ve demokratik kurumların güçlendirilmesidir.
Tam da bu nedenle, raporumuzun merkezinde “negatif barış” yani yalnızca silahların susması değil; pozitif barış yani kalıcı barışı mümkün kılacak hak, özgürlük ve kurumlar vardır. Sadece “terörsüzlük” hedefiyle yetinmek; demokrasi, denetim ve meşruiyet boyutunu dışarıda bırakmak, sorunu çözmek değil, çoğu zaman sorunu ertelenebilir bir güvenlik yönetimine dönüştürmektir.
Burada bir gerçeğin altını çizmek zorundayız: Hukuk devleti demokrasi olmadan olmaz. “Hukuk devleti” soyut bir etiket değildir; bağımsız ve tarafsız yargı, adil yargılanma, temel hak ve özgürlüklerin güvenceye alınması, ifade ve örgütlenme hürriyeti, hesap verebilir yönetim ve ayrımcılıkla mücadele gibi demokratik teminatlarla hayat bulur. Demokrasi zayıfsa, hukuk çoğu zaman yurttaşın güvencesi olmaktan çıkar, iktidarın elinde araçsallaşır. Böyle bir zeminde kalıcı çözüm üretilemez; toplumsal rıza da tesis edilemez.
Dahası, komisyonun adında dahi “Demokrasi” varken, demokratikleşmeyi “konu dışı” sayan bir yaklaşım, kavramsal olarak da siyasal olarak da sorunludur. Ortak zemin, demokrasi dışlanarak kurulamaz. Siyaset sorumluluk gerektirir; sorumluluk da hakikati doğru yerden kurmayı gerektirir.
Sayın Yıldız, kendi raporlarında çözümü 7 maddelik dar bir “teknik düzenleme” paketi olarak gördükleri için “yeni bir şey yok” sonucuna varıyor. Oysa bizim ortaya koyduğumuz şey, maddelerin sayısıyla ölçülecek bir öneri değildir; rejimin niteliğini, siyasal alanın genişliğini ve kurumların güvenilirliğini tartışmaya açan bütüncül bir demokratikleşme teklifidir. Türkiye’de kalıcı çözümün yolu, günlük politikanın dar penceresinden değil; devletin, toplumun ve siyasetin birlikte nefes alacağı demokratik bir çerçeveden geçer.
Ayrıca, MHP’nin kendi raporunda örnek gösterdiği çatışma çözümü deneyimleri dahi, bu gerçeği doğrulamaktadır. ETA ve IRA gibi örneklerde silahsızlanma süreçleri, yalnızca güvenlik tedbirleriyle değil; meşru siyaset kanallarının güçlendirilmesi, insan hakları standartlarının yükseltilmesi, yargı düzeni ve güvenlik anlayışında reformlar ile birlikte yürütülmüştür. Yani bu süreçlerde “demokrasi” dışarıda bırakılmamış; tam tersine çözümün kalıcılaşması için demokrasi bir kaldıraç olarak kullanılmıştır. Bugün Türkiye’de demokrasiyi devre dışı bırakarak benzer bir sonuca ulaşılabileceğini iddia etmek, hem teorik olarak hem pratik olarak tutarlı değildir.





