GÜNDEME BAKIŞ- Halime Erdoğan- İzmir’in önemli kadın figürlerinden olan, Seferihisar Hıdırlık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı ve bünyesinde 100 kooperatifi barından Köy-Koop. Birliği Başkanı Neptün Soyer kadınların ekonomik ve sosyal açıdan güçlenmesi için verdiği mücadelelerini Gündeme Bakış’tan Halime Erdoğan’a tüm içtenliği ile anlattı.
İzmir için önemli bir kadın figürüsünüz. Kadın emeğinin görünür kılınması için kooperatif kurdunuz. Sığacık’taki üretici pazarında kadınlar ürettiklerini paraya dönüştürüyor bunu nasıl sağladınız?
Aslında bunu ben sağlamadım. Bu proje, o dönemde Seferihisar Belediye Başkanımız Tunç Soyer’in kadınlara anlattığı bir projeydi. Sığacık Kaleiçi’nde 250 hane var. Cenevizlilerden kalmış bir kale ve bir inci tanesi. Bana ‘İzmir’in kalbi neresi?’ diye sorulsa, ben kalbi, şehrin dinamiklerini harekete geçirecek ve şehri ayağa kaldıracak bir yerdir diye düşünürüm. Bu doğrultuda da benim düşünceme göre İzmir’in kalbi Kemeraltı’dır. Seferihisar için de Sığacık eş konumdadır. Çünkü deniz, tarih ve yıllardır bildiğim, tanıdığım kadın liderler vardı Kaleiçi’nde. Tunç Başkan kadınlarla konuşarak ‘Haftanın 1 günü kapınızın önünde ne üretiyorsanız pazarlayın. Ben sizin pazarlamanız için elimden geleni yapacağım’ dedi. Biz de kapı kapı dolaşarak Tunç Başkan’ın projesini anlattık. Biz ayrıca kooperatif çatısı altında buluşup, üretimin bir araya gelerek de yapılabileceğini göstermek istedik, gösterdik. Bira raya gelmenin ve üretmenin en güzel örneği kooperatifçiliktir. Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’ni kurduk. Ortaklarımızla birlikte ‘o pazarda ne tür üretimler satılabilir’ üzerine yoğunlaştık, bunu gösterdik. Bizim memleketimizde ‘göstermek’ geçer bir şey. Yapacaksınız, göstereceksiniz ardından bunun yapılabileceğine inanıyorlar. Biz kooperatif ortaklarımızla Kaleiçi’nde ilk etapta 250 hane olmasına rağmen sadece 20 civarında tezgahla başladık. Kolay olmadı! İlk anlattığımızda insanlar yapılabileceğine, başarılabileceğine inanmamış. Seferihisar’ın Mora Yarımadası’ndan bize gelen çok güzel sakızlı tarhanamız var. Bu çorba bir mübadele çorbasıdır. Sakızlı çorba yapıyoruz, ‘bu çorbayı nasıl satacağız?’ sorusu ortaya çıkıyor. Pazar’da çorba nasıl satılır? Önce termoslara koyduk, ‘kağıt bardaklarda mı satılacak’, ‘hayır’ dedik. ‘Neden kağıt bardaklarda verelim, cam bardaklarda verelim, satalım’ dedik. Sonra ‘onları nerede yıkayacağız’ sorusu çıktı ortaya. O kadar çok şeyi deneyerek, araştırarak öğrendik. Kaleiçi’nde birbirimize çok destek olduk ve sonra 20 – 30 -40 derken şu an Sığacık’ta tüm sokaklar bize katıldı. Kadınlar hem ekonomik olarak aileleriyle beraber güçleniyor, aynı zamanda da evlerinin penceresinin dışında bir olguyla karşılaşıyorlar. Şehirden, Türkiye’nin diğer illerinden gelen insanlarla sohbet ettiler, yani böyle de geliştiler. Pazarlar sadece ekonomik gelişim için kurulmaz. Pazar aynı zamanda sosyal anlamda da bir alışveriştir. Kırsal alanda, küçük yerlerde yapılan sosyal alışveriş daha da kıymetlidir.
Bazıları ‘kadın ekonomik özgürlüğünü kazandığında aile yapısında bozulmalar olur’ diyor. Bunun için ne söylersiniz?
Buna cevap bile vermeyeceğim. Erkekler ekonomik olarak güçlendiğinde aile yapımız bozulmuyor da, kadının güçlenmesiyle mi bozuluyor. Ne kadar ayıp bir söylem! Tam olarak ‘ayıp’ kelimesi karşılığını buldu. Ne demek kadın güçlenince aile yapılmasının bozulması’ bunu söyleyenlere cevap bile vermek istemiyorum.
Köy-Koop bugün neler yapıyor? Kadınlardaki değişim nedir?
Köy-Koop çok eski bir yapı. 1960’ların başında, Yarımada’da, Urla, Seferihisar, Karaburun, Ödemiş, Tire, Menemen de başlayan bir harekettir. Köylünün köyündeki küçücük, 1 avuç zeytinini bir araya getirerek zeytinyağı üretmesidir. 2 – 3 ineği ile ürettiği sütü bir araya getirerek bir mandıra kurması, peynir yapmasıdır. Bu örgütlenme 1960’larda başlıyor. Kooperatifler küçük küçük kuruluyor. Ardında daha fazla birlikte olma kararı alıyorlar. Bunların hepsini Köy Kooperatifleri çatısı altında buluşturuyorlar. O dönemden 2016 yılına kadar hiç kadın yönetici olmamış. İstatistiklere baktığınızda ‘’yüzde 40 oranında tarımda kadın var, çalışıyor’’ deniliyor. Resmi haklara baktığınızda bu oran yüzde 20’lere düşüyor. Bu ne demek; kadının adı var ama sözü yok. Kadın çalışıyor, kadın kriz anlarında var. Mesela savaş olduğunda 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı hepsinde kadınlar fabrikada, kadınlar cephede fakat savaş bittiğinde kadınlar yine evinde. Kriz anında kadın her şeyi sırtlanıyor. Kadın evine bakıyor, mahallesine bakıyor, savaşta, fabrikada, cephede oluyor. Kriz varsa kadın aklıyla yol alıp, yoksa az evvel sorduğunuz gibi ‘aile yapısını korusun, çalışmasın’ gibi ironik bir durum meydana geliyor. Köy-Koop’ta o dönemden bu döneme kadın olmamasını açıkçası ben hep eksik buldum. Seferihisar’da kurduğumuz Hıdırlık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanıyım ben, bu yapıya çok inandığımız için kooperatiflerin de bir araya gelerek İzmir’de bir çatı oluşturması ne kadar güzel bir şey, biz buna talip olduk. İzmir her şeyin öncüsü, her şeyin öngörüsünü iyi bilen insanların olduğu, sadece kadınların değil erkeklerin de olduğu bir şehir. İzmir Köy-Koop Birliği’ndeki bizim logomuzda yer alan kadının eksik olduğunu söyleyerek bana ‘başkanlık oyu’ verdiler. Türkiye’deki bir birliğin başındaki kadın olarak, İzmir’de Köy-Koop.’un başındaki kadın olmak bana gurur veriyor. Artık Köy-Koop’lar eski yapılarını kaybetti. Siyasi çatışmalardan, çekişmelerden, tarımın girdiği bu dar geçitten çatılar ve birlikler de nasibini alıyor. İzmir Köy-Koop. ise hepsinden farklı. Bir arada olmayı çok daha iyi becerebiliyor, benim de onun başında olmam gurur veriyor. Ben 10 yıldır uğraşıyorum, mücadele veriyorum ve 10 yıldaki tarımda söz sahibi olan kadınlara bakıyorum daha fazlayız. Demek ki kadın – erkek olarak birbirimizi daha iyi anlamaya başlamışız. El ele vermemiz gerektiğini, birlikte çalışmamız gerektiğini anlamışız. Bu yüzden iyi, doğru yoldayız. İzmir bu anlamdaki her yapılanmadan farklı, daha başarılı, daha iyi, daha ayağı yere basan bir kooperatif. Diğerleriyle karıştırılmayalım.
2016 yılında Köy-Koop Birliği’nin ilk kadın başkanı oldunuz. “Logoda eksik olan kadın benim’’ dediniz. O süreci de dinleyebilir miyiz?
Bizim Genel Kurulumuz seçimliydi. Salon hınca hınç doluydu. Bizim kooperatifimizden 2 delege oy kullanacaktı, bir de ben vardım, yani 3 kişiydik. Yüzlerce kooperatif başkanı erkekti, sadece 3 kadın vardık. Biz seçime 2 liste olarak girdik. Bizim listemiz ve diğer liste birer konuşma yapıp seçime öyle girecekti. Divan bir türlü bize söz vermedi. Ben de kadın olarak kendi yönetimim her zaman diyorum ya, ‘’bize güveniyor, bana güç veriyor yönetimdeki arkadaşlarım’’ diye, ben de sözcülük yapacağım. Akşamdan eşime yapacağım konuşma hakkında ‘ne söylesem’ diyorum, akıl alıyorum. Bir türlü divanda bizim listemize söz verilmedi. Ben de sözü kalkarak, salondan istemek zorunda kaldım. ‘Biz de konuşmak istiyoruz, demokratik bir seçime gitmek istiyoruz’ dedik. Gergin bir kurul olmuştu, salonun alkışıyla kalktım. Yapacağım konuşma için 2 sayfa yazı yazmıştım. Bu 2 sayfalık yazının o anda hiçbir anlamı olmadığını gördüm. ‘’Hollanda’da tarım böyle yapılıyor, başka bir ülkede şöyle yapılıyor, biz de ise durum bu, şöyle yapmalıyız’’ gibi bir konuşma hazırlamıştım. Diğer listenin söylediklerine karşı ‘’biz de yapabiliriz’’ dedim. İnsanlar sadece kendilerinin çok yetkin olduğunu düşünebiliyor. Demokrasi, çoğunluk, çok kişinin konuşması demek değil ki, bir araya gelebilmek de demokrasinin bir getirisidir bizlere. Onu beceremedik o zaman ve 2 liste girildi kurula. Eşit olarak gitmedi, durum beni ‘onu ben de yapabilirim’ noktasına getirdi. Salona baktım, tamamen erkek, diğer liste tamamen erkek. Sonra logomuza döndüm, kadın ve erkek var. Dedim ki, ‘Hepiniz çıkıyorsunuz, kadın olmadan olmaz, biz kadınlarla varız’ diyorsunuz. ‘O kadın hiçbir zaman sizin yönetiminizde olmamış, ben olmak istiyorum, sizden oy istiyorum’ dedim. Aslındaki logodaki kadını göstererek ‘O kadın benim’ demedim. Bir nevi öyle oldu.
Tarım, toprak, diriliş, filizlenme ben sizin kadınlar üzerindeki çalışmalarınızı da tarımla olan çalışmalarınıza benzetiyorum, siz kişilik olarak da mücadeleci ruhlu bir kadınsınız, tıpkı bir tohumun mücadele ederek topraktan çıkıp filizlendiği gibi… Ülkemizde ise korkan, geriye çekilen, daha pasif kalan bir kadın kitlesi var ve bu da bizler için üzücü bir durum. Kadınlar nasıl olmalı, mücadeleleri nasıl olmalı?
Kadın pasifse ve geri çekiliyorsa bunların sebeplerine bakmak lazım diye düşünüyorum. Eğitimden mahsur kalmış kadınlarımız var. İş hayatında işverenlerin öncelikli olarak erkek tercih etmeleri, kadına iş vermemeleri gibi durumlar var. Kadına annelik öğretiliyor. Çocuk baksın, yaşlı baksın, evi temizlesin, evde beklesin. Kadına hep bunlar öğretilmiş. Bunu da yapabilirsiniz, yeri gelir bunu erkek de yapar. Buna ilaveten aynı zamanda toplumda da çalışmalıdır kadın. Ben bunları anlatırken altını çizerek şunu söylemek istiyorum, bir eşitlik sağlamalıyız. Kadınla erkeğin eşit olduğu, kanunlar karşısında hepimizin eşit haklara sahip olduğu bir dünya olana kadar ben susmayacağım. Mücadeleyi ben sadece kendim ve 2 kızım için vermiyorum. Bu toplumdaki bütün kadınlar için söyleyecek sözüm var. Benim sözüm eksiktir, fazladır, az doğrudur, çok doğrudur, en doğrudur demiyorum. Hepimizin bu konuda erkekler de dahil olmak üzere, bu kadınların güçlenmesi için yapacağımız her ne varsa maddi manevi yapmalıyız. Bir toplumun gelişmesi sadece bir kesimin gelişmesiyle mümkün değildir. Ben matematikçiyim. Günümüzden yaklaşık 1600 yıl önce yaşamış Hypatia antik dönemde yaşamış bir matematikçidir. Demokratik, özgürlükçü, çok iyi bir felsefeci ve astronomiye meraklı, o dönemlerde güneş sistemini incelemiş bir kadın. Özgürlükçü söylemleri sebebiyle o yıllarda kilise Hypatia’nın taşlanarak öldürülmesine karar veriyor. Buna rağmen Hypatia özgürlükçü düşüncesinden geri adım atmıyor. Konuşması, söylemesi gerektiğine inandığı her şeyi söylemeye devam ediyor. Deniliyor ki, ‘’kadın siyaset yapamaz, kadın konuşamaz, kadın evden çıkamaz’’ bunlar 1600 yıl önce söyleniyor. Yani 21. Yüzyılda bunları tartışmamalıyız artık. Hypatia taşlanarak öldürüldü ama susarak ölmedi.
Siz 2 kız annesisiniz. Defne ve Duygu’yu nasıl yetiştirdiniz? Onlar neler yapıyor?
Annelik, çocuk yetiştirmek hiç kolay şeyler değil. Yetiştirdik mi bilmiyorum, biri 27 biri 24 yaşında. İkisi de arzu ettikleri eğitimleri aldılar. Aldıkları eğitim alanında kendilerini geliştirmeye çalışıyorlar. Yüksek lisanslarını tamamlıyorlar, çalışma hayatlarına kendileri karar veriyorlar. Biz de anne baba olarak destek olabileceğimiz neresi varsa, olmaya çalışıyoruz. Ben hayatım boyunca herkese destek olmaya çalıştığım için onlara da olmak istiyorum ama 2 tane kızım da ‘’yok anne ben yaparım’ diyor. ‘’Herkese destek olmak için elimi uzatıyorum, size de yapayım’’ diyorum ama onlar kendileri yapmak, başarmak istiyorlar. Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyorlar. Ben anne olduğumda ilk olarak ‘’çocuklarıma ilk neyi öğretmeliyiz, en önemli neyi öğretmeliyim, bu çocuklar neye sahip olmalı?’’ diye düşünmüştüm. Bu sorularımın ve düşüncelerimin sonucunda da ‘’vicdanlı’’ cevabını verdim kendime. Bana bu kelime çıktı, ‘’vicdan.’’ Ben çocuklarımın içlerinde en çok vicdan olsun istedim. Vicdan çok önemli… Yetiştirdim, yetiştirmeye çalışıyorum, onlar şimdi kendilerini yetiştirmeye çalışıyorlar ve ben 2 vicdanlı insan olsunlar istiyorum. Bunu görmek beni mutlu ediyor.
Onlar da sizin gibi mücadeleci bir ruha mı sahipler?
Evet… Bazen bir şey oluyor, ‘’Gördün mü kimin kızıyız?’’ diyorlar. Babaları da ‘’Benim’’ diyor. Tunç Soyer o kadar ayağı yere basan bir gençmiş ki, ben o kadar ayağı yere basan bir genç değildim. Tunç Başkan çok genç yaşlarda, 40’lı yaşlarda ne yapacağının, 50’li yaşlarda ne yapacağının kararını vermiş bir insan. Onlar da böyle bir babanın kızları. O yüzden benden gitmese, babadan gider onlara mücadeleci ruh, ikisi de mücadeleci, seviyorlar mücadele etmeyi.
Mücadele demişken, ‘’Neptün Hanım Seferihisar’da yeri geldiğinde kasaları sırtlayarak kamyondan indiren, erkek işi, kadın işi demeden çalışan, kooperatifin bütçesini düşünen biridir. Hiçbir zaman ben kenarda oturayım, başkaları çalışsın demez’’ diye bir anı yazısı okumuştum. Kamyondan kasaları sırtlayarak taşıdınız mı?
Doğru… Pekmez imalathanemizde, kooperatifimizde işleri hep birlikte yapıyoruz ve hepimiz kadınız. O kasalar taşınacak. Bir de şöyle bir şey var, düşünsenize çocuk doğuyor, kadının kucağında çocuk, sırtında çocuk, ayağında çocuk, eteğinde çocuk… Yani kas gücü işleri beni yıldırmaz. Benim kasımın gücü belli, taşırım, taşıyamadığım yerde de bir erkek mi yapar, daha kaslı bir kadın mı yapar yani ben yapabildiğimi yaparım, işten kaçmam. Ben sorumluluk sahibi bir insanım. O gün kooperatifin maddi gücü belliydi. Ben üzümü sırtlarken, başka arkadaşlarımız da oturup tonlarca nar ayıkladılar. Önce çok hoşunuza gider, hani kırıp bir avuç yersiniz. Burada ise bir kamyon nar düşünün. Oturup kadınlar o kadar narı ayıkladılar. İşçi de almıyoruz değil, yeri geldiğinde, bütçemiz el verdiğince alıyoruz. Ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı çok iyi biliyoruz biz kadınlar. Ben sosyal ekonomi, dayanışma ekonomisine çok inanıyorum. Çok doğru buluyorum. Kriz anında ortaya çıkan ekonomiler, dayanışma ekonomisi, kooperatifçilik… Bizim yaptığımız da kooperatifçiliğin ilkeleri gereği iş birliği içinde olmaktır. Sırt ağrısı çekecek kadar da taşımam, başkası da taşır, dayanışma, birliktelik içinde.
Kadına yönelik şiddetle mücadelede neler yapıyorsunuz?
Sivil toplum kuruluşlarının yaptığı çalışmalara destek vermeye çalışıyorum. Kadına şiddet aklımızın almadığı, vicdanımızın kabul etmediği bir durum… Birine vurmak, incitmek, canını yakmak… Normal insanın yapacağı bir şey değil. Kadınlara şunu anlatıyoruz; buna boyun eğmeyin! Susmayın! Kendinize dokundurmayın! Bu durum dönüyor, dolaşıyor eğitime geliyor. Kadınları daha çok eğitmeliyiz. Hukuki haklarının ne olduğunu bildirmeliyiz. Bizim küçük kızımız avukat, o da bu konular üzerine sosyal sorumluluk olarak ‘’Ne yapabilirim?’’ diye proje geliştiriyor. Bir birey olarak daha fazla üretim yapmamız gerekiyor. Profesyonel olarak kendi hayatımızın dışında bu topluma vereceğimiz şeyler var bizim. Mesela baro ile nasıl bir proje geliştirilebilir? Bunları kadınlara çok iyi anlatmamız gerekiyor. Bir yandan da erkeklere de anlatmamız gerekiyor. Erkekleri eğitmemiz gerekiyor. Neden elini kaldırmaması gerektiğini bilmesi gerekiyor. Küçük yaşlardaki vicdana dönüyorum ben yine. Bir küçücük karıncaya basıp geçer misiniz, ezmezsiniz. Peki nasıl birine, hem ‘’Seni çok seviyorum’’ diyerek hem de elinizi kaldırabilirsiniz? Nasıl onun canını yakar, gözünü morartırsınız? Asla kabul edemem. Bu konuda yapılan çalışmalarda yer almaya çalışıyorum. Tarımla ilgili gittiğim toplantılar ve alanlarda da kadınların güçlenmesini bu yüzden istiyorum. Güçlü kadın, güçlü toplum bunların önüne geçecektir. Hem ekonomik hem sosyal güç…
Pagos Kadın Kooperatifi sizin eseriniz. Oradaki kadın profilleri nedir, kadınlarda ne değişti, bölgede ne değişti?
Pagos Kadın Kooperatifi… Biz aslında kadın kooperatifi değiliz. Pagos’ta tarım olmadığı için başka bir kooperatif yapısı içine girmeleri daha doğru olacaktı. Çünkü tek tek o kadınların bir şey yapmasından ziyade bir araya geldiklerinde bizim de onlara destek olmamız daha kolay olacaktı. Pagos kadınlarıyla ilk bir araya geldiğimizde bazıları eşine haber vermeden toplantıya gelmişti. Eşi duysun istememişti. Bir müddet sonra, toplantılarımız devam ediyor, ne yapmalıyız, nasıl bir üretimde bulunmalıyız diye, en iyi bildikleri şey midyeydi. Midyeye odaklandık. Midye üzerine eğitimlerin başlamasına karar verdik. Daha sağlıklı koşullarda midye dolma üretsinler istedik. Daha sonraki toplantılarda yarım ağız eşine söyleyenler oldu. Ardından beni eşleriyle tanıştırdılar. Sonra eşleri onları getirmeye başladı. Bu hikaye kadınla erkeğin bir arada olduğu, yan yana yürüdüğü topluma giden bir hikayedir. Eşinin de ona yardım etmesi, onun eşine yardım ettiği gibi… Gittiği yeri görmek isteyebilir, emniyet açısından, ben bunu anlayabilirim. Ne güzel birlikte gelsinler. Çocuklarıyla gelsinler. Bizim çalıştığımız firmalardan bazen çocuklarıyla ofisimize gelen erkekler oluyor. ‘’Anne çalışıyor. Çocuğun da biraz ateşi var, kreşe gönderemedim, evde de bırakamadım’’ diyor. Buraya, ofise getiriyorlar. Bu benim o kadar çok hoşuma gidiyor ki… Proje konuşacağız birlikte, içeride arkadaşlarımız var. Yarım saat o çocuğu oyalamak, resim yaptırmakla bizim toplantımız gerçekleşmiş oluyor. Bu arada tabi bizim idealimiz kreşi olan firmalar… Beraber bu memleketi kalkındırmamız için Pagos güzel bir örnek. İzmir’de Pagos gibi çok güzel hikayeler var. Hani ‘’İzmir’in farkı ne?’’ diyorlar ya işte İzmir’in farkı bu. Kadınla erkeğin bir arada, toplumsal cinsiyet eşitliğine inanarak ilerlemesidir. Rekabete gerek yok, dayanışma içerisinde olmalıyız.
Bugün 8 Mart Dünya Kadınlara günü. Kadınlara buradan ne söylemek istersiniz?
Bizim her cümlemizin içinde kadınlarımıza mesajımız var aslında. Çünkü derdimiz bu… Toplumun ilerleyebilmesi için kadınla erkeğin güçlenmesi, sadece bir cinsin, bir tarafın güçlenmesi yetmez. Gençlerimizin güçlenmesi, çocuklarımızın iyi eğitilmesi için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. 8 Mart’ta birçok etkinliğimiz var. Bu etkinlik bir anmadır. Tekstil işçilerimizin mücadelesini saygıyla anıyoruz. Biz Tunç Başkan ile birlikte bu kapsamda Çiğli’deki tekstil işçileri ile buluştuk. Büyükşehir’in onlarla yaptığı protokolde parça iş veriliyor, Bayraklı’da bir masal evinde 20 tane kadın çalışıyor. Bu kadınlarımızın çocukları da o masal evinin bir bölümünde eğitiliyor. Hem sosyal, hem ekonomik alanda kadınlarımız orada güçleniyor. Tunç Başkan ile birlikte kadınlarımızla kahvaltı yaptık. İçlerinde ilk kez Bayraklı’dan aşağıya inenler bile vardı. O kadınlarımızda önce bir içine kapanıklık görüyorsunuz. Beraber olmaya başladıkça onlar bir orkide gibi açmaya başlıyorlar. Ardından bir güzellik geliyor toplumumuza. 8 Mart’ta anma çerçevesinde film, tiyatro, fuarda stantlar olacak. Merkezde yürüyüşümüz var. Gece 20.00’da ‘’Gece gece Kemeraltı’’ diyeceğiz. Biz kadınlar biliriz, annemiz, babamız ‘’Gece gece nereye gidiyorsun? Otur evinde!’’ derlerdi. Kemeraltı ekonominin kalbinin attığı yer, aynı zamanda da tarihi bir zenginlik, gezmeye doymuyorsunuz. Gece gece Kemeraltı’nda bir çalışma başladı. Kadının emeğini anlatan bir duvar boyamasıyla beraber, orada Dengin Ceyhan piyano resitali gerçekleştireceğiz. 8 Mart’ta bir araya gelerek tekstil işçisi kadınlarımızı anacağız. Şu an ülke olarak çok büyük acılar yaşıyoruz. Hepimizin içine ateş düşüyor. Herkes çok üzgün, kimsenin acısı ‘’az ya da çok’’ olarak değerlendirilemez. Hepimiz çok üzgünüz. O yüzden böyle durumlarda daha çok bir araya gelmeliyiz. Bir arada durmalıyız. Bir araya gelip konuşmalıyız. Belki hiç konuşmadan durmalıyız ama yine yan yana durmalıyız. Bu yüzden 8 Mart gecesi gece gece Kemeraltı’nda buluşalım