Ülkemiz yine beklenen ve uzmanların uyarısına rağmen tedbir alınmayan bir felaket ile karşı karşıya kaldı. Deprem ülkesi olduğunu bilmemize, 1999 yılında binlerce insanımızı öldüren bir deprem yaşamamıza rağmen geçen 23 yılda yeterli tedbir almadığımız, bu amaçla toplanan vergilerle yapılan havaalanı, hastane ve yollarında yıkıldığı bir akıl tutulmasını yaşıyoruz.

Yaşananlarda bizi yönetenlerin sorumluluğu olduğu kadar ne yazık ki toplum olarak hepimizin payı var. Sezen Aksu’nun seslendirdiği o güzel şarkıda “Masum değiliz hiç birimiz”diyor. Evet, hiçbirimiz masum değiliz. “Eller günahkar, diller günahkar, bir çağ yangını bu bütün, Dünya günahkar…”Evet bu yaşananlardan hepimiz sorumluyuz. Bizim seçtiğimiz yöneticilerimiz fay hatlarına hastane ve havaalanı yaptılar.

İmar aflarını kim talep etti?
Bu ülkede yakın bir zaman önce imar affı oldu ama biz yurttaşlar olarak acaba o zaman gerekli tepkiyi gösterdik mi? Tepki gösteren, bilimsel olarak bunların yapılmaması gerektiğini savunanları ‘Engelci zihniyet’ olarak görmedik mi? İmar aflarının, imar barışı adı altında çıkarılmasını siyasilerden kimler talep etti? Gelişigüzel yapılan yapılara ruhsat vererek, üç kuruş belediye ve devlet kasasına gelir almayı başarı sayanlar bu toplumun üyeleri değil mi?

Ya da belediyeden inşaat ruhsatı alamadıkları için Ankara’dan ruhsat alarak gökdelen dikip büyük para kazananlar, bugünkü yaşananlardan sorumlu olduklarını biliyorlar mı? Seçim öncesi bile hala imar affı beklentilerini dile getirenler, bizler değil miyiz? Evet, bugün gelinen noktada hepimiz sorumluyuz. Sorumluluğu sadece siyasetçilere yükleyip vicdanımızı rahatlatamayız.

Kendimizle hesaplaşacağız
Bizim binlerce yıkılan binadan önce ne yazık ki ahlakımız çöktü. “Benim memurum işini bilir” diyenlerden, “Bir kereden bir şey olmaz” diyenlere alkış tuttuğumuz için bugün ne yazık ki bu hallerdeyiz.
Hiçbir çıkarı olmadan bizi uyaran bilim insanlarına kulak asmadığımız hatta onları takıntılı olarak gördüğümüz için bu durumdayız. Her şeyden önce kendimizle hesaplaşacağız. Temel insani değerlerimizi sahiplenerek, bireysel çıkarlar yerine toplum çıkarını, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını düşünerek hareket edeceğiz. Sonrasında da bu değerlere sahip çıkan insanları başımıza yönetici olarak seçeceğiz. Aksi takdirde “Kaderimizde bu da varmış” diyerek bizi avutanlarla birlikte Soma’da, Düzce’de, Maraş’ta olduğu gibi nice felaketleri daha yaşamayı göze alacağız. Dünya Şairimiz Nazım Hikmet’in şiirindeki dünyanın en tuhaf mahluku olmamak için asıl bizlere görev düşüyor. 

Akrep gibisin kardeşim,

korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

Serçe gibisin kardeşim,

serçenin telaşı içindesin.

Midye gibisin kardeşim,

midye gibi kapalı, rahat.

Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

Bir değil, beş değil,yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,

gocuklu celep kaldırınca sopasını

sürüyekatılıverirsin hemen

ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,

hani şu derya içre olup

deryayıbilmiyen balıktan da tuhaf.

Ve bu dünyada, bu zulüm

senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer

ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak

kabahat senin,

— demeğe de dilim varmıyor ama —

kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!